Bölümler, hikayenin kitap olması planlandığı için kaldırılmıştır :) Herkese sevgiler <3
On sekiz sene sonra halk, açlıktan sefaletten kırılıyor, haksız vergiler ve acımasız askerler yüzünden acı çekiyormuş. Günlerden bir gün, askerler fakir bir köye vergi almaya gelmiş. Ancak köylünün değil vergi verecek hasadı, karınlarını doyuracak kadar bile erzakları yokmuş. Askerlerin komutanı, bunu dile getiren köyün yaşlısını bir ağaca bağlayıp kırbaçlarken, diğer köylüler korku içinde olan biteni izlemekten başka bir şey yapamıyormuş.
Havayı neredeyse yararak uçan bir ok, köylüyü kırbaçlayan komutanın tam sırtına saplanıp kalbinin olduğu yerden dışarıya çıkmış. Komutan dizlerinin üzerine çökerken, diğer askerler saldırı pozisyonu almışlar. Ama onlar hareket edemeden, hepsi birer av gibi tek tek okla vurulmuş. Yalnızca bir tanesi bacağından vurularak sağ bırakılmış. Köylüler, neler olup bittiğini anlamak için askerlerin etrafına toplanmışlar. Güçlü toynak sesleri duyduklarında hepsi köyün girişine bakmışlar.
Kocaman, simsiyah ve asil bir atın üzerinde, aynı atı gibi siyahlara bürünmüş bir savaşçı ortaya çıkmış. Gözleri masmaviymiş ve yüzünü burnuna kadar kapatan yarım bir maske takıyormuş. Savaşçı, bacağından vurulan askerin yanına gelerek maskesini çıkarmış. Tüm köylüler savaşçının yüzünü görünce bir adım geri çekilmişler. Çünkü savaşçı, göz kamaştıracak kadar güzel bir kadınmış. Konuştuğunda sesindeki sertlik ve söyledikleri herkesin taş kesmesine neden olmuş.
"Efendine söyle, Savaşçı Prenses geri döndü. Yakında da, onun kafasını için geleceğim."
***
Nehir, gecenin zifiri karanlığında yeni evinin rahat konforunda uykusunun bilmem kaçıncı evresinde fink atarken, minik, hafif bir sesin onu rahatsız etmesi nedeniyle söylenmeye çalıştı. Uyku sersemliğiyle sesi boğuk çıkmış, söyledikleri hedefine ulaşamamış olabilirdi. Önemli değildi. Kafasını yastığa daha çok gömerek sesi görmezden gelmek için kendini zorladı. Olmadı.
"Hay ben senin..." Yüzüstü yattığı yastığından kafasını kaldırıp görmeyen gözlerle, biraz önce büyük ikramiyeyi kazanmış orta yaşlı bir teyze gibi çığlıklar atan kapısına baktı. Bu saatte nasıl bir dengesiz kapısını alacaklı gibi çalardı ki? Aklına tek bir olasılık bile gelmezken sırf sese daha fazla katlanamadığından sürünerek kapıya gitti ve gözleri kapalı bir şekilde kafasını kapıya dayadı. Ses biraz kesildiğinden eli kapı kolunda, kafası duvara dayalı bir şekilde bir süre daha uyudu. Zil, yangın yerinde mahsur kalmış acılı ana gibi yeniden çalınca irkilerek kendine geldi. Sonunda gözlerini yarım da olsa açabilmişti.
"Ne var, ne?" diye böğürerek kapıyı açtığında, ona ciddiyetle bakan bir adamla karşılaştı. Aslında ona adam demek doğru kaçmazdı. O bir baş belasıydı. O iflah olmaz bir serseriydi. Eren Türkoğlu'ydu!
Nehir, boğazından vaşak hırlamasına benzer bir ses çıkardıktan sonra kapıyı, Eren müdahale edemeden adamın suratına kapattı. Güzel bir tatmin hissi damarlarına yayılırken sırıttı ve arkasını dönüp yatağıyla vuslata ermek için harekete geçti. Daha bir adım atamadan zilinin yeniden çığlık atmasıyla, tehlike anında sırtını kabartan bir kedi gibi tüyleri diken diken oldu. Dişlerini birbirine kenetleyerek arkasını döndü ve kapıyı bir kez daha açtı.
"Defol git başımdan!" Eren gecenin en koyu karanlığında, tüm biyolojik sistemlerinin derin bir uykuda olması gereken zamanda yorgunluğun esamesini bile taşımazken, Nehir birazdan yere kıvrılıp uyuyacak durumdaydı.
"Bu kadar kabalık sağlığa zararlı, güzelim. Hem çok önemli bir konu için buradayım." Nehir, adamın ciddi suratına bakınca ilk defa şüpheli bir şekilde kaşlarını çattı. Eren, kızın yüzünü ve üzerindeki salaş pijamalarını incelerken, Nehir sabırsızca ayaklarını yere vurmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ters Köşe
RomanceKaranlık sırlar, hız kesmeyen kovalamacalar ve hepsini etkileyen gizemli bir masal... Eren Türkoğlu'nun hayatı mükemmeldi. Ailesine tapıyor, işini fena halde seviyor ve her şekilde gününü gün ediyordu. Cazibesiyle etkileyemediği hiçbir kadınla tanış...