Sadece bir saattim vardı . Ameliyathanenin yoğun bakımındaydım . Dört duvar . Cam yok ve dışarıda yağmur yağıyor . Duyuyorum sesleri . Arada bir gök gürlüyor . Herkes bilir korkarım ben böyle havalardan . Herkes bilir de kimse yok ki yanımda . Yalnızmışım da yalnız değilmişim gibi bir an . Herkes beni seviyormuş da kimse beni sevmiyormuş gibi . Ölüyormuşum da ölmüyormuşum gibi bir hava . Bundan iki sene falan önce hep yalnızlıktan yakınırdım . Kimsem yok derdim . Kendi kendimi sıkıntıya sokardım . Hiç unutmam o zamanlar bir kitapta okumuştum :
" Gerçek bir yalnızlık dağılmış sokak fahişelerine benzer , onlar kadar çirkindir ve onlar kadar ucuz . Yalnızlık kimsesizliktir ." diyordu . Yalnızlık kimsesizlikti ve ben kimsesiz değildim . Ulaş vardı . Anneannem ve dedem vardı . Sude vardı . En önemlisi de annem vardı .
Doktor içeriye girdi . Derin derin baktı bana .
– Olmadı demi ?
– Olmadı . Ama olucak . Cihazı sipariş verdik . En geç iki gün sonra elimizde olur .
Gözlerimi uzun bir süre etrafta gezdirdikten sonra :
– Peki şimdi ne yapıcam ? Bu dört duvar arasında .
– Her sabah ve akşam birer saat görüşmelerin olucak . Kiminle istersen . Diğer zamanlarda uyuyacaksın . Serum aracılığıyla besleneceksin . Kısa bir süre zaten . Dayanmak zorundasın . Kendin için , sevdiklerin için . Bir yerlerde seni iyi şeylerin beklediğini de biliyorsun zaten . Ama şimdi değişirsen , vazgeçersen kendinden boşa olur her şey .
Başımı sallamakla yetindim sadece .
– Sadece yarım saatin kaldı . Kiminle görüşmek istersin ?
– On beş dakika annemle , on beş dakika da Ulaşla .
– Tamam.
Elini elime uzattı iki kez okşadı :
– İnan bana her şey düzelecek . Sen babanın kızısın . Güçlüsündür mutlaka .
Hafifçe gülümsedim :
– Ben babamın kızıyım , güçlüyüm .Ulaş girdi ilk odaya . Elinde kocaman , siyah bir sırt çantası vardı . Gözlerinin içi gülmüştü beni gördüğünde .
– İyi görünüyorsun aşkım .
– Her zaman aşkım .
– Bilmez miyim ben sevgilimi .
Böyle bir durumda bile beni gülümsetebiliyordu . Duvarın kenarındaki sandalyeyi ve masayı yatağıma doğru iyice çekti . Açtı sırt çantasını .En sevdiğim dergilerimi , karikatür kitaplarımı , defalarca okuduğum romanları çıkardı içinden . Bir de kapağı mavi ve aralarda beyazların olduğu bir defter çıkardı . Lisede beraber tuttuğumuz günlüktü bu . Bir gün o yazardı bir gün ben . Hiç aksatmamıştık . Annemle tanıştıkları güne kadar yazmıştık . Gözlerini kapattı ve rastgele bir sayfasını açıp okumaya başladı . Beraber kutladığımız ilk doğum günüydü , benim doğum günümdü . O yazmıştı . Sayfalarca yazmıştı . Okudu , okudu , okudu . Gözlerim dolmuştu . Gözleri dolmuştu . Kapattı defteri . Baktı bana . Belli etmemeye çalışıyordu . Ama ben anlıyordum . Beni kaybetmekten korkuyordu . Derin bir nefes aldım .
– Bir daha birlikte doğum günü kutlayamaya-
Ellerini gözlerine götürüp göz yaşlarını silmesiyle birlikte sözümü keserek :
– Şşş ! O nasıl söz öyle .
– Bunun farkında olmamız lazım .
– Hiçbir şeyin farkında olmayacağım . Ben seni bırakmam . Hem güçlüsün sen . Üstesinden gelirsin .
– Sen yanımda olduğun için güçlüydüm .
– Hâlâ yanındayım , hep yanında olucam .
Ellerimizi yukarıya doğru kaldırdı .
– Bak bu eller hiç ayrılmayacak .
– Ayrılmasın .
– Ağlama .
Ellerini yanaklarımda gezdirdi sonra göz yaşlarımı sildi .
– Seni seviyorum Dünyam .
– Seni seviyorum .
Kolundaki saate baktı . O saati hâlâ çıkarmamıştı . Hiç çıkarmamıştı zaten .
– On beş dakika sonra uyuyacaksın . Annen de seni çok görmek istiyor . Gideyim artık ben .
Eğildi anlımdan öptü .
– Sakın unutma . Hep yanındayım . Göz kapaklarını kapattığında görebileceğin kadar yakınım sana .
El salladı , öpücük attım ve gitti .Annem elinde küçük bir valizle girdi odaya .
– Bil bakalım sana ne getirdim ?
– Mezuniyet töreninde giydiğim , en sevdiğim , siyah uzun , eteklerinden kırmızı güllerin döküldüğü elbisemi mi ?
Açtı valizi . Bu o elbiseydi . Elbiseyi dolabın kenarındaki çiviye astı . Bana döndü ve gülümseyerek :
– Başkaa ?
– Bordo rujum .
Valizden makyaj çantamı çıkardı .
– Sadece o değil .
– Annem benim yaa .
Elini cebine attı .
– En önemlisi de .
– Bu o saat . Kaybettiğimi sanıyordum . İnanamıyorum sana . Kanatsız meleğim benim . Yaklaş yaklaş öpücem .
Eğildi bana doğru öptüm kocaman .
– Birileri benim parfümümü mü sıkmış acaba ?
Kaşlarını kaldırdı , dudağını büzdü . Kocaman bir gülümseme vardı yüzünde .
– Kim sıkmış ya ?
Kapı çaldı . Anneme baktım . Moralim bozulmuştu .
– Zamanımız doldu sanırım .
– Güneş Hanım sizi dışarı alalım . Küçük kızımızı uyutmamız lazım .
Alaycı bir tavırla :
– Tamam küçük kızımızı uyutalım bakalım .
– Seni seviyorum anne .
– Seni seviyorum kızım .
Hiç arkasına bakmadan hızlı adımlarla çıkmıştı odadan . Bana şebeklikler yapsada ben annemi tanıyordum . Hüngür hüngür ağlıyordur şimdi . Kıyamam ben anneme . Çok az görmüştüm annemi ağlarken . Hiç sevmezdim o hallerini . Her seferinde " Çirkinleşiyorsunuz Güneş Hanım ." diye alay ederdim onunla . Ama paramparça olurdum aslında . Annemin tek bir göz yaşı için dünyaları yakardım çünkü . Bu dört duvar arasından çıkıp " İyim ben annem . Bak buradayım ." diyip göz yaşlarını silmek için her şeyimi verirdim . Hayat işte . Yaşanması gereken , yaşamamız gereken bir sürü şey var . Ama ben inanıyorum bu dört duvar arasından çıkacağım ve annemin göz yaşlarını kendi ellerimle sileceğim .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜNYA #Wattys2017
Novela JuvenilBabasız büyümüş bir kızım ben . Benim ilk aşkım babam diyemedim hiç . Benim tek kahramanım babam diyemedim . Onun yokluğu her zaman şanssız olduğumu düşündürdü bana . Hay aksi ! Bir de bu hastalık . Hiç bir zaman hayal kuramadım zaten . Hedeflerim...