Başımdaki ağrı daha fazla şiddetlenince yüzümü buruşturdum. Uyanıyordum ama uyanmak istemiyordum. Bu uyku, bu huzurlu karanlık bana kendimi iyi hissettiriyordu. Uyandığımı anladığım anda başımdaki ağrı artarken bilincim tamamen kendine geldiğinde beni iyi şeylerin beklemediğini daha şimdiden anlamıştım.
Gözlerimi araladığımda beni rahatsız edecek bir ışık bekledim ama düşüncelerimin aksine odanın ışığı loştu. Ana ışıklar kapalı, tepemde duran aplikler yanıyordu ve bu hoşuma gitmişti. Gözlerimi etrafımda gezdirip odayı inceledim. Normal hastane odalarına göre oldukça büyüktü ve ben yalnızdım.
Hareket etmek istediğimde kolumda hissettiğim acı durmamı sağladı. Serum bağlamışlardı ve canım yanıyordu. Gitmek istiyordum. Dedemi bulmalıydım, babamın son durumunu sormalıydım ve sonra gitmeliydim buradan. Üstelik Tolga'da yoktu. Büyük ihtimal beni doktorlara bırakıp gitmişti.
Gerçi ben alışığım onun gidişlerine. Hesap vermeden, veda etmeden, arkasına dahi bakmadan gidişlerine alışığım. Eskisi kadar yakmıyor canımı. Zaten beni terk etmiş olan bir adam yeniden terk etse kaç yazar? Hem terk etmiş sayılmaz ki..
Odanın kapısı açıldığında korkuyla irkildim. Sessizlik ve karanlığa alışınca insan duyduğu en ufak bir seste bile tedirgin oluyordu. Başımı kapıya çevirdiğimde onu gördüm. Elinde bir tepsiyle içeri giriyordu. Kapıyı arkasından kapatıp başını kaldırdığında göz göze geldik. Uyanık olmam onu şaşırtmıştı.
"Demek ben gelmeden uyandın." Sesindeki neşe birazda olsa sinirlerimi bozuyordu. Dudaklarımı ıslatıp kuruluğu gidermeye çalıştım.
"Sana yemek getirdim, eminim bir şey yememişsindir." Yine beni benden iyi tanıyordu. Anlıyordu, seviyordu, gözlerimin içine bakıyordu.
"Yemek istemiyorum." Dedim gözlerimi gözlerinden ayırıp. Nedense ona bakmaya çekiniyordum. Belkide son olan olaydan dolayıdır.
"Biraz ye, çok az. En azından ayakta durmanı sağlayacak kadar." Yatağın kenarına oturup tepside duran kaşığı eline aldı. Gözlerim şaşkınlıkla irice açıldı.
"Yok artık! Kendim yiyebilirim." Derken alayla gülüyordum. Dudaklarında oluşan ufak gülümsemeyle baktı gözlerime.
"Yiyebildiğini biliyorum ama ben yedirmek istiyorum. Hadi," doldurduğu kaşığı bana uzattığında kıkırdayarak dudaklarımı araladım ve çorbayı içtim.
Aslında aç değildim. İçmek istemiyordum ama bütün çorbayı içtim. Nedeni bilinmez bir şekilde öyle lezzetli geldi ki o çorba bana sesimi bile çıkarmadan içtim. Ne o konuştu ne de ben bir şey söyledim. Sessizlik etrafımızı sararken çorba bitti ve tepsi komodinin üzerindeki yerini aldı. Tekrar bana döndüğünde ona bakmadım.
"Gerçekten seni burada bırakıp gittiğimi mi düşündün?" Dediğinde gözlerimin ucuyla ona baktım. Kelimeler boğazıma dizilirken yutkundum.
"Yapmadığın şey değil." Dedim kısık sesle. Alayla güldü ve ellerini birleştirdi.
"Ben o hatayı bir kere yaptım, bir daha asla yapmam." O öyle söyleyince ikimizde sessizleştik. Söyleyecek çok şeyim vardı ama sustum. Kelimeleri birer birer yuttum.
"Mecbur olmasam, haklı sebeplerim olmasa asla gitmezdim Hande. Ben seni terk etmeyi bir kere bile düşünmedim. Seni gördüğüm ilk anda sen benim hayatımın tümü oldun. Senden önce yoktum ben. Seninle beraber yeni bir hayata başladım. Hande'den önce ve Hande'den sonra diye ikiye ayrıldı hayatım." Şimdi gözlerim hiç tereddüt etmeden bakıyordu güzel gözlerine. Vücudum kan yerine cesaret pompalıyordu.
"Şimdi seni yeniden bulmuşken, kafama silah dayasalar bile bırakıp gitmem seni." Eli uzanıp elimi tuttuğunda bir süre tepkisiz kaldım. Sonra baş parmağımla baş parmağını okşadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Çığlık
FanfictionHayat bazen en mutlu olduğunuz zamanda, en sevdiğiniz kişi tarafından canınızı öyle bir acıtır ki... kendinizi kimsesiz hisseder, her dakika isyan eder, avaz avaz sessiz çığlıklar atarsınız birileri sizi duysun, yardım etsinde kurtulayım diye..