18. Bölüm

819 66 53
                                    

Merhabalar! Çok geciktim biliyorum ama nihayet geldim. Moralim fazlasıyla bozuk ve bölümün de çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Hepinize kocaman kocaman sevgiler ve iyi okumalar efenim!

Hayat çok garip bir serüven. Annenin rahmine düştüğün andan itibaren başlıyor her şey. O an tüm kaderin belirleniyor. Senin söz hakkın yok, sen sadece dünyaya gelmesi gereken küçücük bir bedensin. Anneni de, babanı da seçemiyorsun. Düşününce çok tuhaf geliyor.

Kimileri mutlu bir çocukluk geçiriyor, kimileri umduğunu bulamıyor. Sen anlamadan, farkında olmadan geçip gidiyor zaman. Bir bakıyorsun geçmişe, bir sürü anı, dolu dolu..

Sonra etrafına bakıyorsun. Kim var orada? Kim var yanında? Hiç kimse. Sen teksin. Onca yıl herkes peşinde pervane olurken hayat toz pembeydi, her şey kolaydı. Ağlayınca teselli edenin vardı. Peki ya şimdi? Büyüyünce bitiyor her şey.

Bir el arıyorsun.. tutunabilecek, düştüğünde seni kaldırabilecek, güven veren bir el arıyorsun. Büyük bir beklenti içindesin ve her yanın kırık dökük. Hadi gelsin, biri tutsun beni diyorsun.

Sonra biri giriyor hayatına, elleri sıcacık, kolları güven kokan, güzel kalpli biri.. seviyorsun. Öyle bir seviyorsun ki başka hiçbir şeyi görmüyor gözün. Kalbin ona ait, ruhun ona ait.. tüm varlığın onun.

Severken kırılıyorsun, paramparça oluyorsun, her kavga kalbini söküyor yerinden ama pes ediyor musun? Hayır. En kötüsü olsa bile pes etmiyorsun, edemiyorsun. Birine ruhunu teslim ettikten sonra o kişiden vazgeçmek kolay olmuyor. Git demek isterken bile kal diyorsun, ölüyorum diye çığırırken için, sen dimdik duruyorsun karşısında.

Arsız oluyorsun.. sevgi arsızı. Sevildikçe daha fazlasını istiyorsun. Sevdikçe daha çok sevmek istiyorsun. Bu öyle hastalıklı bir hâl alıyor ki, zarar veriyor sonradan..

Seni en çok seven en çok yaralayan oluyor her zaman. Yine de sesin çıkmıyor. Bir yerde duymuştum şu sözü, şöyle diyordu; insanın en yakını, en fazla yakanıdır.

Şimdi lavantaların arasında uzanmaya devam ederken düşünmeden edemiyorum. Onu, beni, bizi, çevremdeki herkesi.. birkaç yıl önce bana bunları yaşayacağım söylenseydi, inanır mıydım? Sanmıyorum..

Tepemizde duran güneş gözlerimi kapatmama neden olurken günlerdir kendini hatırlatmayan ağrı başımın arka tarafında belirmişti. Sanki ben buradayım, hala gitmedim diye haykırıyordu. Ben ise ona inat yüzümdeki gülümsemeyi silmiyordum. Tolga için..

Kasılan midem bulanmaya başladığında her geçen saniye beni biraz daha zorlayacağını anladım ve nefret ettim her şeyden, herkesten. En çokta kendimden.

Lavantalar estikçe çıkan ses gittikçe uğuldamaya başladığında kaşlarımı çatmadan edemedim. Bu kabus gibi andan kurtulmak için gözlerimi aralamaya çalışsam bile başarılı olamadım. Ölüyor muydum? Sahiden mi?

Lavantaların tatlı hışırtılarına başka bir ses daha eklendiğinde vücudumun hiçbir uzvuna komut veremiyordum. Ne gözümü açabiliyordum, ne dudaklarımı aralayıp bir şey söyleyebiliyordum. Oysa ki şuan en çok konuşmak istediğim zamandaydım.

"Hande?" Bir anda net gelen sesle yüzümü buruşturdum. Gereğinden daha yüksek ve birazda telaşlıydı. Büyük ihtimal tatlı lavanta hışırtılarının arasına karışan ses onunkiydi. O güzel tınılı ses..

Kirpiklerim sanki az önce birbirine yapışmamış gibi rahatlıkla açıldığında tepedeki güneş gözümü aldı. Elimi gözüme siper edip başımda doğrulmuş olan Tolga'ya baktım.

"Nasıl bir uyku bu? Dakikalardır sesleniyorum." Deyip rahat bir nefes aldığında bunun normal bir uyku olmadığını bilse kesinlikle çıldırırdı.

Sessiz ÇığlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin