4.Bölüm-Hatırla

339 30 7
                                    

Bazı acılarda ciğerimizi masaya bırakıp uzaklaştık. Unuttuk sandık.

Yanıldık.

Küçük ve sümüklü bir kız çocuğunun kalbi en fazla ne kadar büyük olabilirdi? Minicik olan ellerini yumruk yaptığında, kalbinin küçücük olduğunu fark eden bir kız restorant masasına ciğerini bırakıp uzaklaşmıştı.

Her adımımda büyüdü. Nasıl bir ressamın ne kadar iyi resim yaptığı üzerindeki boya lekesinin fazlalığından anlaşılıyorsa, insanın ne kadar büyüdüğü de çektiği acıların büyüklüğüne bağlıydı.

O kız çocuğu acıdan uzaklaşmak için herkesten fazla yürüdü. Unutabilmek için daha büyük ve hızlı adımlar attı. Şu an ayaklarının altında hayali kanlar kol geziyordu fakat bunun farkında olan tek kişi o kız çocuğuydu.

Bendim.

Akşam sorumu cevapsız bırakarak aldığı telefonla evden koştura koştura çıkan Çağan ve ortada mal gibi kalan bir ben. Telefonu yine Emir diye açmıştı. Telefondan yükselen silah sesleri beni az da olsa korkutmuştu açıkçası. Yukarı doğru hızla çıktı. Yine aynı hızla kapıyı açarken belinde parlayan gümüş bir silah görmüştüm. Emir denen adamı çok seviyor ve güveniyordu sanırım. Saat gece 3'tü. Yatakta debelenmekten sıkılmıştım. Uyku da tutmuyordu. Aşağı inip bir kahve içsem iyi olacaktı aslında. Yatağımdan kalkarak kapıya gittiğim anda tüm ışıklar kesildi. Çığlık atarak yere kapandım. Karanlık.. Çok korkunçtu.

Gözyaşlarımın ve çığlıklarımın ardı arkası kesilmezken saçlarımı deli gibi çekiyordum. Nefesim kesilmeye başlamıştı. Aşağıda koşuşturmaca duyunca yattığım yerden saçım yüzüme yapışmış bir şekilde hızla kalkarak elime gelen her şeyi kapıya fırlatmaya başladım. Göz yaşlarım durmuyordu ve ben her zaman olduğu gibi karanlıkta sakin kalamıyordum. Sanki biri çıkıp bana zarar verecek gibi hissediyordum. Canım fazlasıyla yanıyordu.

"Verda!" Kapıda kendini benim attığım eşyalardan korumaya çalışan Çağan'ı gördüm.Elimdeki vazo havada kaldı. Fırlatamadım.
"Korkma Papatya'm. Bak ben buradayım. Korkulacak hiçbir şey yok. Hadi güzelim. Elindekini yere bırak.Yanına geleceğim." Elimdeki vazoyla beraber yere yıkılırken Çağan'ın benim kollarımı son anda tutması sonucu bir hasar görmemiştim. Ama ruhsal olarak çöküşteydim.

"Ko-korkuyorum. K-karanlık ve ben ne-nefes alamıyorum." Gittikçe daha da güçleşiyordu nefes almam. Aldığım her hava ciğerlerimi yakıyordu. Sonra sarıldı bana sımsıkı. Kafamı boyun girintisine sakladım. Ve ilk defa karanlıkta aldığım bir nefes ciğerlerimi yakmamıştı. Ölecekmişim gibi hissettirmemişti. En güzel kokulu karanlıktı o sanırım. Belki çok saçmaydı ama bir erkeğin teni mandalina gibi kokar mıydı? Küçükken öğretmenimden öğrenmiştim aslında her insanın kendine ait bir kokusu olduğunu. Kimisinin kokusu daha baskınken kimisinin ise kokusu alınmayacak kadar az olduğunu. Ben onun kokusunu derin derin içime çekip rahatlamaya çalışırken o konuşmaya başladı.

"En sevdiğim çiçek papatyadır benim. Ölümün en güzel durduğu varlıktır benim için. Hiçbir insanda ölüm güzel olmaz Papatya. Arkasında insanlar bırakır, ya da hiçbir zaman görmediği insanların yanına gider. Papatya'ya yakışır güzel ölümler. Öldüklerinde bile isyan etmezler. Ölürken sanki şükreder gibi mis gibi koku bırakarak giderler. Ama insanlar öyle mi? Kötü kokarlar. Belki de kötü kokmalarının sebebi yaptıkları kötülüklerin kalplerinden dışarı akması yüzündendir. En mutlu olduğum şey ise ne biliyor musun? Ben öldüğümde çok kötü kokacağım. Kalbimdeki kötülükler zehrini akıtacak bedenime. Ama bu kötü kokuya katlanacak tek bir insan bile olamayacak hayatımda."

Beni rahatlatmıştı. Bahsettiği konu belki çok parlak değildi ama sesi huzura kavuşturmuştu sanki. Aslında huzura kavuşturmamıştı, sesi huzurun kendisiydi.

Ölümcül Saklambaç (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin