...Mesela şu an sana ellerim titreyerek ve gözlerim yaşlı yazıyorum. Sende boş sayfalarla duracağına beni mutlu edecek şeyler yapsan. Çok ihtiyacım var. Mutlu olmaya çok ihtiyacım var. Lütfen.
Bir mucize olsun.
22 Temmuz 2009
Bir kızın canını yakmak.. Ya da boşverin. Kızı geçin. Bir insanın canı sadece fiziksel olarak yanmaz çocuk. Nice kalp ağrıları gördüm ben.
Nicelerini de tattım ben o ağrıların.
Acı tuz gibiydi sanki insanın hayatında. Benimse tek derdim tatlı olmaktı.Tuzsuz yemek olmaz ya hani, bende sadece acı çekmemek için tatlı olmaya çalışmıştım bu hayatta. Ama hayat beni her seferinde çorba yapmıştı. Çorbanın içinde tuz yoksa tadı olmazdı.
Benimde hayatımda acı olmadan olmazdı.
Ve bu hayatta insanın hayatından söküp atamayacağı iki duygu vardır çocuk. Acı ve umut. Bir insan neden intihar eder biliyor musun? O hayatından istesende çıkaramayacağın umut duygusu artık yoktur onda.
Yıkılmıştır.
Bende yavaş yavaş gidiyordum o duyguya. Umudum benliğimden bir kara delik onu içine çekmek istercesine sökülüyordu. Acıtıyordu. İki şekilde dinerdi bu acı. Ya pes edip umudumu kaybedecektim.
Ya da birinin gelip bana yardım etmesini bekleyecektim. O insanı beklemek bile bir umuttu aslında. Ne tuhaftı. Umudunun tükendiğini düşündüğün anda bile bir şeyleri umut ediyordun.
O umut bu geçmişteki kirli hatıralar sayfalarını okurken bile devam ediyordu. Günlüğüme içimi döktükten sonra eskiden yazdığım sayfalara göz atmış ve yine düşünceler denizinde boğulmuştum. Yarı mutluluk yarı hüzüntüyü barındıran siyah beyaz günlüğü kapattım, kilitleyip çalışma masamın üzerine bıraktım. Anahtarını da çantamdaki gizli bölmeye soktum. Derin bir soluk alarak odamdan çıktım ve hızlı adımlarla aşağı inmeye başladım çünkü tuhaf bir şekilde koridorun ışığı yanmıyordu ve bu benim hızlı hızlı yürümem için gayette güzel bir sebepti. Mutfağa ulaşır ulaşmaz ışığı yaktım ve çığlık attım. Gecenin dördünde Çağan mutfakta kendine yiyecek hazırlıyordu. Karanlıkta mı? Ciddi miydi bu adam? Gözlerini açarak bana baktı.
"Öküzün trene baktığı gibi bakmayı kesmezsen önce gözlerini elimdeki bu çatalla oyacağım ve boşlukları da salamla dolduracağım."
Şaşkın bir şekilde baktım ona.
"Bu nasıl bir fantezi lan? Yalnız salamla doldurma fikri harikaymış." Yanına gidip dilimlediği salamdan bir tane ağzıma attım. Sinirle bana baktı.
"O benim hayatımda doğradığım en ince salamdı. Ben onu yemeyi bile düşünmüyordum bücür cadı." diyerek isyan etti ve kafasını elleri arasına alarak yanaklarını sıkıştırdı. Ağzımdaki salama yavrusunu kaybetmiş anne gibi bakmayı kesmeliydi bence. Çok komik duruyordu.
"Tabi canım. Sonrada Anadolu Medeniyetleri Müze'sine Çağan'ın hayatında doğradığı en ince salam diye koyardık."
Onunla alay ederek söylediğim cümlenin aynısını bana söylemeye başladı. Ama bir fark vardı. Çağan beni taklit ederken gözlerini şaşı yapmış ve ağzını tuhaf bir hale getirmişti. Kendimi tutamayıp onun bu suratına kahkaha attım ve telefonumu cebimden çıkarttığım gibi gizlice fotoğrafını çektim. Telefonu hiçbir şey yokmuş gibi tekrar cebime attım ve Çağan'ın elindeki bıçak ve salamı alarak ben doğramaya başladım. Çaan da yemek masasına oturdu. Sonra aklıma bir fikir geldi.
"Çağan?" Masada oturduğu yerden bana sert bir bakış attı. Sanırım benden bıkmıştı. Ne var der gibi kafasını sağa sola salladı hafifçe. "Bak ben ne düşünüyorum."
Oflayarak başını masaya koydu."Yine ne var Papatya?"
"Madem ben bu eve hizmetçi niyetine getirildim. O zaman maaş istiyorum. İşi bırakma saatim olmalı. Sonra sen evdeyken oda-"
"Canın ne halt istiyorsa onu yap. Bir de artık benim odamı da toplarsan çok makbule geçer. Dosyalarla mücadelem bitmiş gibi bir de kıyafetler çıktı başıma. Her yer her yerde resmen."
Gözlerimi devirdim. Neden şaşırmamıştım acaba? Hem bu benim işime gelirdi. Belki bir şeyler öğrenebiliridim. Ya da Çağan'ın kimseyi almadığı gizli odasının anahtarını alarak içeri de ne olduğuna bakabilirdim. Salamı doğrayıp masanın üzerine koydum. Diğer kahvaltılıkları da masaya yerleştirdikten sonra çay yaptım. Hafif sert ekmeği mikrodalga fırında ısıtarak yumuşamasını sağladım. Çağan beni beklemeden yemeye başladı. Bende çaylarımızı koyduktan sonra karşısına oturdum.
"Kitaba ihtiyacım var." Yemeğinden başını kaldırmadan çok şekerli çayından bir yudum alarak bana cevap verdi.
"Bekir'e söyle, o alır."
"Olmaz,benim kendim gidip içlerine bakmam lazım. Kitap seçiyorum ekmek değil."
"O zaman Bekir seni kitapçıya bırakır."
Gözlerimi devirdim."Benim ayaklarım yok mu yahu? Kendim giderim ben. Bekir'e gerek yok." deyip başımı peynir koyduğum ekmeğimden kaldırdığım anda gözlerini kısarak bana bakan Çağan'ı gördüm. Bu bakışın ne anlama geldiğini biliyordum. Sinirlenmişti. Yavaş yavaş tanıyordum onu. Benim onu küçükken tanıdığımı hatırlamam umrumda bile değildi. Önemli olan ne olursa olsun karşımdaki insanların gerçekleri öğrenmesiydi. Mesela ailesinin ölmediğini, onu terk ettiklerini öğrenmesini istiyordum. Bunu istememde ki amaç Çağan'ın üzülmesi değildi, ailesinin oğullarının karşısında büyük bir utanç içine girmeleriydi. Bir aile böyle bir şeyi nasıl yapardı kendi öz oğullarına? Çağan yemeğini yemeye devam ederken ben yukarı çıkıp test kitaplarımı ve kalemliğimi aldım. Yeniden mutfağa geçip kendime kahve yaptım. Kahvemi de aldıktan sonra üzerime bir şal attım ve bahçedeki çardağa geçtim. Hava buz gibiydi. Güneş daha doğmamıştı bile ama hava hafif aydınlanmıştı. Bir yandan test çözerken bir yandan kahvemi içiyordum. İçimi ısıtıyordu ve bu benim gece boyunca gelmeyen uykumu getiriyordu. Ben pür dikkat çalışmaya devam ederken sırtıma bir battaniye örtüldü. Sağıma baktığımda Çağan'ı gördüm. Battaniyeyi ikimize de sarmıştı.
"Neyden bahsediyordun?" Anlamadığımı ifade etmek için kaşlarımı çattım." Saklambaç arkadaşım derken.. Ben hayatımda seni ilk defa gördüm Papatya. Bugüne kadar her şeyi bilen ben, küçük bir kız çocuğunun söylediği saçma cümleleri günlerdir düşünüyorum."
Ona bu şeklide şifreli konuşmam kafasını karıştırmıştı. Yanlış mı yapıyordum acaba? Mesela şu an olan biten her şeyi ona anlatsam ne derdi? İnanır mıydı bana? Yoksa sinirlenip beni evden atar mıydı? Belki de ilki olurdum. İlk dövdüğü kız. Ailesinin onu bırakıp gittiğini ona söylemek epey zordu. Sonucuna katlanarak bunu ona söylemeliydim ama ben şu an kendimi diyeceklerini kaldırabilecek kadar güçlü hissetmiyordum.
"Her şeyin bir zamanı olduğuna emin olabilirsin. Zamanı gelince her şeyi diyeceğim. Emin olmam lazım."
Cidden saftım. Bu ülkede bir tane Çağan Demirkan yoktu. Bir tane Çağan yoktu restorant patlamasında hafızasını kaybeden. Belki de o değildi ve ben ona daha kendimin bile emin olmadığı şeyler söylüyordum. O olduğundan emin olmalıydım. Gerçi bir şey fark etmezdi. Ne olursa olsun ailesinin yaşadığını ona söyleyecektim. İster küçükken oynadığım çocuk olsun,ister olmasın. Fark etmezdi.
##########
Biliyorum çok kısa. Bugün Büşra Yılmaz'ın imza gününe gittim ve canım çıktı ama her şeye rağmen mükemmeldi. Yarın inşallah bir aksilik çıkmazsa upuzun bir bölüm yazacağım 😊😊
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümcül Saklambaç (Tamamlandı)
Teen FictionBir kız...Annesi ona sürekli "İlk yaptığın yanlış senin hatandır meleğim,ikinci yaptığın ise aptallığın..." diye öğüt verirken o bir aptallığa imza attı. Annesiyle oynadığı saklambaçta kötü şeylere sebep açmışken,ikinci kere saklambaç oynayarak bir...