Cennet Beyazı - Bölüm Bir

2.5K 257 266
                                    

"Senden nefret ediyorum. Ama bir kez sarılmak için her şeyimi veririm."

BÖLÜM BİR

Koyu yeşil boyası dökülmüş, kirli duvarlarına çeşit çeşit anı sinmiş bir oda demekti yalnızlık. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda küçük bir kız çocuğu ağlayacak olsa önce burada duyulurdu gözyaşının kokusu. Beşinci kattaki evin üç odası da birbirine kan davalıydı; ayrı ayrı kirlenmişti hepsi. Kapı girişindeki büyük odada, birkaç parça elbiseyi koymak için kırık bir dolap ve hemen yanında üzeri muhtelif lekelere bürünmüş yatak vardı. Bir de içinde hiçbir zaman yemek pişirilmemiş küçücük ve iğreti bir mutfak bulunuyordu, büyük odaya tutkun. Diğer odalar bomboştu, pencereleri gazete kâğıtlarıyla kapatılmıştı. Nemli taban tahtaları aylardır hasretti gün ışığına.

Yalnızlığının tam ortasında, koyu yeşil boyası dökülmüş, kirli duvarlarına çeşit çeşit anı sinmiş odasında dışarıyı seyrediyordu. Pencereler temizlenme şerefinden mahrum kalalı çok mevsim geçmişti.

Ara sıra ritmi yükselen, ölüme şehvet kokusu katan bir müzik sesi vardı içeride. Belki de yoktu; içindeki tükenmişliğin kıskacında bilmediği bir sese kulak verdiğini sanıyordu. Hissettiklerinin gerçek mi yoksa bir hayalden ibaret mi olduğunu anlamasına müsaade etmeyen bunaltıcı atmosferin arasında sevdiği adamın soğuk sesini duydu. Ölçemediği bir şekilde akıp giden sürenin ardından adamın ellerini omzunda hissetti. Avuç içlerini kaplayan nasırlara rağmen daha önce hiç tatmadığı bir yumuşaklıkla tutuyordu kadını. Belki de kadının omzunu tutan hiç kimse yoktu, bunu ancak arkasını dönerek anlayabilirdi.

Anlayamadı... Çünkü arkasına dönmek, çünkü adamın yüzüne bakmak, kadının gücü yeteceği en son şeydi. Bir insanı aldatmak –iltihaplı bir alışkanlık gibi durmaksızın aldatmak- içten içe aldatılan insanın yerine geçmeye sebep oluyordu. Bir ilacın yan etkisi gibiydi bu; bir gün her şey ters düz oluyor, hiç yerine konulan kimseden başka kimse kalmayıveriyordu küçücük dünyada. Hatırda yokken yollar o hiçe çıkmaya başlıyor, deniz mavisinde, gece siyahında, bekâret kızılında ya da bayat bir sütün kirli beyazında hep o hiçten bir ton peyda oluyordu. Nasıl da çoğalıyordu!

Tam da böyle bir durumun içindeydi kadın, adamın saf sevgisini nasıl çürüttüğünü, yüreğinin nasıl rutubet koktuğunu çok iyi biliyordu. Şimdi nasıl bakabilirdi yüzüne, nasıl isteyebilirdi sevgisini yeniden?

Kendi kokuşmuş bataklığında düşünürken boğuluyordu ki adamın sesini bir kez daha duydu.

Elini askılı elbisesinin kapatmaya cesaret edemediği çıplak omzuna götürdü kadın; adamın ne nasır tutmuş elleri vardı ne de sıcaklığı. Yavaş yavaş çıkmaya çalışıyordu ruhunun saplandığı bataklıktan. Kendine defalarca yemin etmesine rağmen yine aramış ve çağırmıştı onu.

Oysaki sevmenin en kendinden vazgeçmiş noktasındaydı artık, karşısındaki adamın hayatını yeniden altüst etmeden herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda sessizce ölmeyi beklemesi gerekiyordu. Becerememişti, son kez görmek istemişti sevdiği adamı. Geriye dönüp bir şeyler söylemek için kendine cesaret vermeye çalışırken kapının önündeki adamın sesini bir kez daha duydu.

"Artık yüzüme bak ve bir şeyler söyle! Öylece durup susmak için mi çağırdın beni?"

Kadının üzerinde sigara delikleri olan kırmızı bir gece elbisesi vardı. Sarı saçları örselenmiş göğüslerine kadar inip derin dekoltesini kapatma bahanesiyle çürümüş süt kokuları arasında dinleniyordu. Çıplak ayakları birkaç günün, belki çok daha fazlasının hatırasını taşıyordu. Nasıl olduğunu anlayamadan arkasına döndü ve dudağından kelimeleri zorla çıkartırken buldu kendini, gülümsemeye çalışıyordu. Uykusuzluktan şişmiş yüzü ve kanlı gözleriyle birleşen bir gülme çabası... Yine de her şeye rağmen, bir kadına en çok gülmek yakışıyordu.

SESLİ KİTAP - Cennet BeyazıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin