Bölüm 1: İskele

1.5K 51 76
                                    

Şimdiye kadar burada, mutlu başlayıp, mutlu bitmesini planladığım bir kitabı yazdım. Yani kısaca beynimin neşeli kısmını yansıttım. Bu defa beynimin bir diğer yanı olan, hüzünlerimi hikayeleştirmeye çalışacağım umarım beğenirsiniz.

Bölüm Parçası: Şebnem Ferah, Çok Yorgunum (Spotify'da Gölgedeki Papatya adlı çalma listesinde tüm şarkılar mevcut)

+ Kendime ait birkaç listeyi daha paylaştım

Giden genelde dönmezdi. Dönmek cesaret isterdi. İnsanlar korkaktı. Gitmeye cesaret edebiliyor olsa da döndüğünde karşılaşacağı tablodan emin olamadığı için dönmeyi tercih etmezdi. Dönme gününü karşısındakine ihtiyaç duyduğu zaman belirlerdi. Ancak ihtiyaç duyduğunda dönme cesaretine erişebilirdi. Çıkar ilişkileri her zaman olduğu gibi burada da kendini gösteriyordu.

Bunların ötesinde bildiğim bir tek şey varsa o da kimsenin yalnız kalmayı, gidenin arkasından ümitle dönmesini beklemeyi hak etmediğiydi. Kalan insan kötü biri olsa bile geride bırakılmayı hak etmezdi. Hatta Şirinler hakkında kötü planları olan Gargamel bile bunu hak etmezdi. Azman olmasaydı büyük ihtimalle Gargamel'in sonu intihar olurdu. İnsan yalnızlığa alıştığını düşündüğü zamanlarda bile içten içe bunun doğru olmadığını bilirdi. Kötü hissettiren bir şeyin doğru olma ihtimali var mıydı? Varsa bu ne kadar yararlıydı?

Ya 'Geleceğim.' demeliydi giden ya da 'Gelmeyeceğim, bekleme.' Çünkü hayatımız birini beklerken geçireceğimiz zaman zarfında son bulabilirdi. Dünya bunun örnekleriyle doluydu. Kurulmamış son cümleler, affedilmemiş eski dostlar, veda edilmemiş kimseler...

Ben onu beklediğim her saniye yavaş yavaş dibe batıyordum. Beklemek beraberinde hüznü de getiriyordu. Bir şeyleri beklerken geçen zamanın hesabını tutan biri var mıydı? Ondan alacağım zamanlar vardı.

'En çok ben razıyım düşmeye, en çok ben razıyım yanmaya.'* Bu tarz sözler sayesinde şarkılara, parça denirdi. İnsan içinde kendini bulabilirdi. Bazen de kaybederdi. Kaybettikleri aklına gelirdi. Kaybettiklerine ağlardı. Gidenlerine, beklediklerine ağlardı. En çok da hak etmediklerine ağlardı. Çok ağlardı ama ağladığıyla kalırdı. Göz yaşları çoktan değerini yitirmişti. Artık insanlar kimin gerçekten ağladığını, kimin timsah göz yaşlarını akıttığını ayırt edemez hâle gelmişti.

"Timsah suyun kenarında ya da yamaçta bir insana rastladığında onu oracıkta katledip üzerine gözyaşı döker, en sonunda da yutar"

Abim gitmişti.

Bana gideceğini söylememişti. Bunu hissettirdiği zamanlar olmuştu ama söze dökülmeyen kelimelerini görmezden gelmeyi tercih etmiştim. Sıkılmıştı bu yaşantıdan, yaşamak zorunda olduklarından. Onu anlayabiliyordum. Ben de sıkılmıştım. Dünyanın zorlukları karşısında yorulmuştum, bu evin kasvetinde boğulmuştum ama gitmezdim. Onu Dünya adlı cehennemde yalnız bırakmazdım. O benim abimdi. Belki her zaman iyi değildi ama destekti. Canı sıkkınken bile varlığıyla yanımda olduğunu hissettirirdi. Tereddüt etmeden yaslanabileceğim omuzdu. Yalnızlığım içindeki tek kalabalığımdı. Anne ve babamızın ölümünün ardından yaşadığım sorunları onun desteği ile dindirmiştim.

"Sezin, ağlama artık."

Benim abim gitmişti. Nasıl ağlamazdım? Abisi tarafından terk edilen bir kız ağlamadan durabilir miydi? Sahi, terk etmişti değil mi? Bu yaptığını terk etmek olarak adlandırıyorlardı. Terk edilmiştim. Gözlerime uzun bir süredir fermuar çekiliydi. Abimin gidişiyle aralanan göz kapaklarımdan firar eden damlaları acımasız muhafızlar bu defa engelleyememişti. Köşeye çekilip zehrimi akıtmama müsaade etmişlerdi. Bana acıyor olmalıydılar. Terk edilmiş birine kim acımazdı?

Gölgedeki PapatyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin