Bölüm 16: Do Re Mi Farklı Biri

223 20 35
                                    

Geçen hafta çok daha iyi hissediyordum, bu hafta üstümde yorgunluk var. Bu yorgunluk, bölüme durgunluk getirmiş olabilir. Geçtiğimiz bölümlerde öğrendiğimiz gerçekleri sindiriyormuşuz gibi düşünebiliriz, öyle düşünelim :) Yazıyorum, siliyorum, yazıyorum, beğeniyorum. Şu sıralar zihnim ile savaşıyorum.

Bölüm Parçası: Merry-go Round of Life (Sezin ve Ali'nin çaldığı parça) (Spotify'da Gölgedeki Papatya adlı çalma listesinde tüm şarkılar mevcut)

+ Kendime ait birkaç listeyi daha paylaştım

Unutmak ve hatırlamak...

Birbirinin zıttı olan bu kelimeler yalnızca birlikte olduklarında anlam kazanıyordu. Biri olmadan öteki anlam ifade etmiyordu. Hatırlanmasaydı, unutmanın da bir anlamı olmazdı. Unuttuğunu unuttuğunda bir ottan farksız sayılırdın. Hatırlamalıydı, hatırlanmalıydı. Unutmak insanı ölüme yaklaştırırdı. Bir gün öleceksem, yaşadığım her şeyi hatırlayarak ölmeyi tercih ederdim. Unutmanın verdiği bilinmezliği yaşamıştım. Acıların, akıtılan gözyaşlarının değerini anlamıştım.

Aptal yerine konmuştum. Etrafımdaki insanlar tarafından bir fanusun içinde yaşamaya mahkum edilmiştim. Ona verilen yeme muhtaç yaşayan küçük bir balık gibi... Acılarımı unutmamı sağlayıp yeni acılarla tanışmamı sağlamışlardı. Hayalimdeki kişiliklerine asla sahip olmamış insanların ardından yas tutmuştum. Her gün... Her lanet günün gecesinde gözyaşı dökmüştüm. Yalvarmıştım, hatta ölmeyi dilemiştim. Ölmeyi istediğim günler öylesine çoktu ki, yaşamayı seven biri olmayı unutmuştum. Yaşamayı sevdiğim bir gün olmuş muydu? Artık ondan da emin değildim. Güzel olarak hatırladığım anıların yalnızca rüyadan ibaret olduğunu öğrenmiştim. Uyanmıştım ve artık her şey çirkindi.

Pars Tekin?

Sanırım Pars çirkin değildi. Pars insanın daima özlem duyduğu o hayali köy gibiydi. Yorucu bir günün ardından başını yastığa koyduğunda hayalini kurduğun o sahil kasabasıydı. Orada kuşları öldürmüyorlardı. Kuşlar avı değil, özgürlüğü temsil ediyordu. O kasabada yaşayan insanlar merhamet sahibiydi. Çocuklar ağlamak yerine etrafa gülücükler saçıyordu. Hayali bile öylesine güzeldi ki, insan gerçekleşmeyeceğini bildiği hâlde yalnızca düşlerinde yaşattığı o yere bağlanabiliyordu.

Öfkeliydim. Unuttuğum için kendime, hatırlamamı engelledikleri için onlara öfkeliydim. On sekiz yaşına girdiğinde, hayatında ilk defa yaşadığı için sevindiği bir an yaşayan Sezin Akman'a bu adamı unutturdukları için çok kızgındım.

"Benim çakıl taşlarım var irili ufaklı
Kaybolduğumda yere yayıp yol yaptığım
Çakıl taşlarım var her yerden topladığım
Boşluğa düştüğümde oyunlar yaratıp oynadığım"

Yalnızca on yedi yaşındayım diye bağırmak istiyordum. Çok daha yaşlı hissediyorum ama daha büyümedim. Çok daha kırgın, yalnız hissediyorum ama yalnızca on yedi yaşındayım. Yalnızca on yedi... Daha fazlası değilim.

"Benim bir sözlüğüm var unutulmuş bir dil
Oysa ki içinde her şeyin anlamı gizli
Benim bir gözlüğüm var sol camı kırıldı
Taktığım zamanlarda içini gösteren adeta"

Elim yanağıma gittiğinde gözlerim de kapanmıştı. Kapalı olan göz kapaklarımdan sızan damla yanağıma değdiğinde, kabuk bağlamaya başlamış olan yara sızlamıştı. Unutmayacaktım. Bana elini kaldırdığı için bir an bile pişman olmayan adamı unutmayacaktım.

On yedi yaşındayım baba. On yedi sene boyunca etrafımı seyrettim. İnsanlardan, arkadaşlarımdan içten içe nefret ettim. Yalancı mide bulantılarıyla ailelerini okula çağıran arkadaşlarımdan her zaman nefret ettim. Nefret ettim çünkü; benim aksime onlar gerçek olmayan bir ağrıyı kullanarak ailelerine ulaşabiliyordu. Hem de her defasında... Yalan olma ihtimalini bildiği, hatta bundan emin olduğu hâlde endişe duyduğu için her defasında okula gelen o velilerden de nefret ettim.

Gölgedeki PapatyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin