📆📆📆
Hayat, çoğunlukla tahmin edilemezdi. Allahü teâlânın karşımıza neler çıkaracağını önceden bilemiyorduk. Bize tek düşen görev, başımıza gelenlere rıza göstermekti. Sabretmenin sonu büyük mükafattı.
Ben de yıllarca sabretmeye çalıştım. Bir çok insanın gözünü korkuturdu belki de uzaktan sevmek. Bana da zor geliyordu. Hatta dayanamadığım çok anlar oluyordu. Bazen içimden bir ses, her şeyi Fatih'e söylemem gerektiğini fısıldıyordu bana. Sessiz kaldığımda beni farkedemeyecekti. Buna fazlasıyla inanıyordum ama sonradan sesin sahibini tanıyordum. Günah işlememi, nefsimden başkası söylemezdi bana.
Ah, dile bile kolay değildi on dört yıl sevmek... Sadece sevmek de değil, sessiz sedasız sevmek. Onu görmemek, sesini duymamak... Hayatlarımız birbirine öyle uzaktı ki... Arada sadece kilometreler yoktu. İnsan, çocukluk arkadaşlarını unutabilirdi bile. Kaldı ki, o mahalleden olup, adını hatırlamadığım nice insan vardı. Oysa, çocukluk anılarımda mahallenin çok renkli olduğunu hayal meyal hatırlıyordum. Anılarıma karışan çok çocuk sesi vardı.
Yine de tüm bunlara rağmen, bugün boy aynasından kendime bakarken, mutlu bir kız görüyordum. Beyaz gelinliğimi, sevdiğim adam için giymiştim. Tüm bu hazırlıklar, onunla olan düğünüm içindi. Nasıl mutlu olmazdım ki, yıllarca sabrettiğim günlerin tadını çıkarıyordum.
Görünüşte basit olan biletler buna vesile olmuştu. Zarfla uçak biletlerimiz gelmişti, şimdi yine farklı bir zarfın içinde düğün davetiyemi tutuyordum elimde. Mutluydum, umutluydum gelecek günler adına. İnsanlar, bu düğün için heyecanlıyken, ben olacakların hayalindeydim. Birazdan gerçeklerini yaşayacağımı bilsem de hayal kurmayı seviyordum. Yıllarca en iyi yaptığım iş bu olmuştu zaten. Türlü senaryolar kurmuş ve bunların hayaliyle uykuya dalmıştım bir çok gece. Şimdi ise, konunun aynı ama yaşanılanların farklı olduğu bir senaryoda oynuyordum. Gerçek kişiler ve hislerle birlikte.
"Bi' çık şu hayal dünyasından Beyza ya!"
Olmazsa olmazlarım, canım arkadaşlarımla birlikte.
"Ya, onun mutlu günü. Uğraşmayın benim kardeşimle."
Ankara'da zaten kına düğün olduğu halde beni Trabzon'da da yalnız bırakmayan, kardeş bildiğim insanlarla birlikte.
"Bu kızın sevimli yanı bir gün beni öldürecek."
Birbirleriyle ne kadar atışsalar da her daim birlikte olmayı başaran dostlarla birlikte.
"Düğün günümde bari sessiz olun. Çok mu zor sanki?" Aynadan kendime izlemeyi bırakıp, onlara dönmüştüm. Sessiz olmalarını söylemiştim ama bunu gerçekten istemiyordum. Onların konuşması bana heyecanımı unutturuyordu. Gerçi, Ankara'daki törene kıyasla burada daha sakindim. Bir hafta önceki o günde elim ayağım hep birbirine dolaşıyordu. Sakarlık yapmamam için bana hiç iş yaptırmamışlardı ama ben bu sefer de kendimi sakatlamıştım. Bindallımın eteğine takılıp, yere düşmek gibi. Elime kına yakılırken, hapşırıp, dengemi kaybetmek gibi. Sonrasında kına tepsisini devirmiştim ama bu hatırlamak istemediğim bir olaydı. Zihinlerden silinmesini öyle isterdim ki...
"Sen neden olduğun yerde sabit durmuyorsun? Bak, ciddiyim. Bir sakarlığını daha görmek istemiyorum. Rezil olmak sen de alışkanlık haline gelmiş olabilir ama biz yakın arkadaşlarını düşün bari. Kurunun yanında yaş da yanıyor."
Şimdi, bu cümleyi başkası kurmuş olsa alınabilirdim ama bu Cennet'ti. Hiç tuhaf kaçmazdı açıkçası benim için. O, sevgisini bu şekilde gösteriyordu. Benim heyecanlı olduğumu anladığını bu şekilde belirtiyordu. Canım arkadaşım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıkmaz Ayın Son Çarşambası (İslami Yaşantılar serisi/3)
Spiritual#1'in Spiritüel "Ya ben de sana hediye hazırlamıştım ve sana verecektim ama evde unutmuşum." Deli dolu Beyza, yerini mahcup bir çocuğa bıraktığında, Fatih, anlık olarak gülümsedi ama Beyza farkedemedi. O sırada terliğiyle, yerdeki taşla oynuyordu çü...