İNSAF
"İnsan ile İnsaf arasında tek kelime oluşu. İnsan olduğun sürece insaflı olabileceğinden kaynaklanıyor bence." –Helin
Sertap Erener- Olsun
Ruhum en derin kuytularda en insafsız acılar silsilesinin esaretini tatmışken umudum kendini yok edeli çok oluyordu. Kafamı ardıma biraz daha gömdüm. Bir haftadır yaptığım çizimlere göz attım. Hepsi çok güzeldi de nasıl yetiştirecektim ki? Daha Londra'ya gidip kreasyona uygun dizayn etmem gerekiyordu her şeyi. Model bile seçmemiştim daha. Ellerimde ki teri eteğime sildim ve elime kalemi alarak son kırmızı damlayı da ekledim. Hazırladığım yüzüğün güzel olması elbette beni mutlu ederdi. Kariyerim bu kreasyona bağlı, hayatım bu çizimlere sırtını dayamıştı. Kapımın çalınması ile
"Gel!" diye seslendim. Elçin hanımın sekreterini görünce daha da dikkatle bekledim.
"Aşkın hanım, Karahan bey sizi odasında bekliyor."
Bağıra bağıra 'gelmeyeceğim!' demek varken uysalca başımı sallamaktan daha ileriye gidemiyor oluşum sinir harbi yaşamama neden oluyordu. Sekreter kapıdan çıkarken bende elimde ki çizimleri kırmızı dosyama koydum. Üzerinde iri harfler ile "Kızıl Elmas" yazıyordu. Gurur duymamak mümkün değildi. Elimde dosyam ile beraber odaya doğru ilerlerken kapıya ulaştığımda duyduğum ses ile yerimden sıçradım.
"Evet! Aşkın'ı seviyorum. Duymak istediğini duyduysan o çeneni hemen kapat Elçin!"
Yığılıp kalmadım. Ya da herhangi bir duygu içinde debelenmedim. Olan tek şey kan akışımın yavaşlamasıydı. Zaman sanki o an bir değirmene girmiş de un gibi öğütülmeye başlamıştı. Çığlıklarım acı bir şekilde can buluyor lakin ses tellerim titremeyi reddediyordu. Yığın yığın birikmiş acı üzerime tünerken yüzümde ki ifadeyi düzeltmeye çaba göstererek kapıyı çaldım. Ailem için dayanmam gerekiyordu. Babam için annem için sağlam durmak zorundaydım.
Aldığım komut üzerine odaya girdiğim gibi gözlerimi masaya diktim. Elçini görmek istemiyordum. Zihnim bunu kabul edebilecek kadar güçlü bir konumda değildi. Odada ayakta duran Karahan bey
"Otursana Aşkın." Dedi. Az önce ki kaskatı sesinden eser kalmamıştı. Yumuşak tok ve hafif bir hırıltı olan sesi boğum boğum sarıldı kalp kapakçıklarıma. Lacivert göz bebekleri kalp kapakçıklarımı yağmalamaya yemin etmiş gibi dimdik duruyordu. Duraksadım hemen ardından ise koltuklardan birine yerleştim. Kısa bir sessizlikten sonra koltuklardan birine yerleştim. Yüzüme baktı ve
"Çizimler ne durumda?" diye sordu. Elimde ki dosyayı önüne koydum. O eline alıp çizimleri incelerken kaşlarını kaldırıp memnuniyet ile gülüşünü gördüğümde cesaretlenerek.
"8 çizim kaldı." Dedim.
"Aptal mısın sen?" Bu sesi tanıyordum. Hiç tanımak istemiyordum ama tanıyordum. Elçin'in söylediğini idrak ettiğimde benden önce Karahan bey
"Elçin!" diye kükredi. Kaşlarım istem dışı çatılırken sinir avuç içlerimi kemiriyorken konuştum
"Ne diyorsunuz siz?"
"Kaç haftadır adam akıllı çizim yapamadın. 2 hafta sonra Londra'ya gideceksin! Biz de seni adam akıllı biri sanıp iş verdik!" diye bağırdı. Boynumun kasılmasına aldırmadan konuştum . Çıldırma eşiğine gelmiştim bile!
"Tek başıma 20 çizim yapıyorum. Aynı zamanda hem kendi kariyerim hem de şirketin çıkarları için uğraş veriyorum. Çizimler güzel olmak zorunda! Üzgünüm ama kıytırık birkaç parça ile kimseyi rezil etmem ben!" Elçin'in yüzü kıpkırmızı kesilmişken Karahan bey
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Elmas
General Fiction"Karanlıktan korkan birine yapılacak en büyük kötülük onu aydınlıkla tanıştırmaktır. Güzelim. Sana en fenasını yapıp ışıltıyla tanıştırmışlar." "Ben..." "Sen. Ruhunu parmak uçlarından kağıda, oradadan da ışıltıya taşıyorsun." "Üzgününüm." "Öylesin...