New York'un tepesini karanlık bir örtü kaplamıştı. Masmavi olan gökyüzü, saat dokuzu gösterdiğinde karanlığa gömülmüş ve maviliğini kaybetmişti. Şehir, gece vakti olduğunda bile uyanık olsa da, bazı bölgeleri gecenin gelmesiyle sessizliğe boğuluyordu.
Kimsenin olmadığı o sokakların birinde, yerde yatan ihtiyar bir adam vardı. Vücudu kendini bırakmıştı ve ağır bedeni yere yığılmıştı. Ellerinin biri taş zemin ile buluşmuşken, diğeri bir şeyi tutuyordu. Başka bir insan elini, genç bir insan elini.
İhtiyar adamın başında bir çocuk vardı. Gözleri ağlamaktan kan çanağı olmuş, yanakları ise ağlamanın etkisinden dolayı kızarmıştı. Kafasını ihtiyar adamın bedenine doğru eğmiş, elini hiç bırakmayacak şekilde sımsıkı tutuyordu.
Henüz bu dünyadan göçmemişti ihtiyar, hala gözleri açık, ruhu bedenindeydi. Ağır ağır nefes alıp verse de gözleri hala yanında duran genç çocuğu görebiliyordu.
Çocuk, etrafa bakıp, "Biri yardım çağırsın!" diye bağırdı. "Kimse yok mu?! BİRİ AMBULANS ÇAĞIRSIN!"
Yaşlı adam, çocuğun elinin üstünü diğer eliyle kapadı ve onun ufak elini, kendi iki eli arasına almış oldu.
Elinden geldiği kadar sesli konuşarak, "Peter," dedi ancak devamı gelmedi.
Çocuk, dağılmış kahve rengi saçlarının ardında kalan gözlerinden akan yaşlarla beraber, "Ben Amca! Lütfen! Lütfen, bırakma beni!" diye yalvarmaya başladı. Yüreği kan, gözleri yaş ağlıyordu. Acı bütün bedenine yayılmış, pişmanlık ciğerlerinin içine yayılmıştı.
Amcasını bırakmamalıydı. Onu korumalıydı. Ancak yetişememişti. Şimdi ise amcası bir sokağın kenarında onun elleri arasından kayıp gidiyordu.
Ben amcasının eli yavaşça yere düştü ve Peter'ın elini bıraktı. Kafası yana doğru eğrildi ve gözleri kapandı.
Bunu gören çocuk ise bağırdı. Bağırabildiği kadar bağırdı. Çünkü amcası onun elinden alınmıştı. Ona babalık yapan, büyüten, kızlar hakkında tavsiye veren, tıraş olmayı öğreten ve daha bir çok babanın oğluna öğrettiği şeyi öğretmiş olan amcası gitmişti.
"Ben Amca..."
Devamını getirmedi, getirmek istemedi. Diyecek bir şey yoktu. Boğazı düğümlenmişti. Daha fazla konuşamıyordu. Konuşabilse bile söyleyeceği bir şey, söyleyebileceği biri yoktu.
O gün, o gece, New York'un etrafını saran karanlık gecenin, yıldızlarının ışığı altında bir iyi adam daha Dünya'dan ayrılıp gitmişti. Arkasında geleceğin kahramanı olacak yeğenini bırakarak. Bunu yaparken de tek bir vasiyeti vardı.
O da bir sözdü sadece.
"Büyük güç, büyük sorumluluk getirir."
---
New York limanlarının birinin içerisinde olan kullanılmayan depoların birinde, bir adam koşturuyordu. Camları kırılmış, dış cephesi yıkılmış ve dökülmüş deponun üst katında, etrafa yayılmış hurda eşyaların arasında karanlıkta depar atıyordu.
Bir şeyden kaçtığı belliydi. Birine izini kaybettirmeye çalışıyordu.
"Kim var orada?"
Karanlıklar içerisinde olan adam bunu deyiverdi birden. Korkmuştu, etrafına baktı ancak birini göremedi. Eline tabancasını aldı ve etrafa rastgele tutmaya başladı. Korkusu konuşmasına engel oluyordu. Nefes alması bile zorlaşmıştı adamın. Ciğerleri korkudan dolayı nefes almayı reddediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İnanılmaz -- Peter Parker || Aranea #1
FanfictionAranea Serisi Birinci Kitap: İnanılmaz Sıradan, ezik ve zeki olan Peter Parker'ın dünyası, Radyoaktif bir örümceğin ısırmasının kıvılcımıyla parıldayıp, "Büyük güç, büyük sorumluluk getirir," lafıyla alevlenmişti. Yapması gerekeni yapmayışının...