29 Temmuz 2015

323 26 0
                                    

05:47

   Korkuyorum. Üvey babamla yaşadığım şeyler gibi. Hayır. Daha kötü...

   Gece bir kâbustan uyandım. Kâbus, bir şeyler görmekten çok bir şeyler hissetmekle ilgiliydi. Etrafımın gölgelerle çevrili olduğunu hissettim. Ama asıl kâbus uyanınca başladı. Korkuyla uyanmıştım. Yatakta otururken etrafıma baktığımda Damla'yı koğuşun kapısına doğru yürürken gördüm. Etrafında o gölgeler vardı. Sağında solunda koşuşuyorlardı. Açık kapıdan dışarı adım attığında koğuşun dışındaki koridorun ışığı önce söndü, sonra zayıf bir şekilde yanıp sönmeye başladı. İçimdeki o aptal merak duygusu tekrar uyandı. Biraz da Damla için endişelenmiştim. O kapıdan çıkınca yataktan kalktım. Ses çıkartacaklarını düşünerek terliklerimi giymeden koğuştan çıktım.

   Koridorda onu göremedim ama bir his beni merdivenlerden alt kata çekiyordu. Merdivenlerden inerken tedirginlikle sağa sola bakıyordum. Hastabakıcılara veya o kötü Kadriye hemşireye yakalanmak istemiyordum. En alt kata inince etrafıma baktım. Damla ortalarda yoktu. İçimdeki sesi dinleyip soldaki dar koridora girdim. Görünüşte bir şey yoktu, ama içimi bir ürperti sardı. Koridor boyunca ilerledim. Damla'nın hangisinde olduğunu anlamak için sağda ve soldaki kapılara bakıyordum. Her adımımda heyecanım ve gerginliğim artıyordu. Soldaki en son kapıya yaklaştığımda fısıltılar duymaya başladım. Bir sürü şeyin fısıltısı...

   Fısıltıların yoğunlaştığı kapının önüne geldiğimde yanındaki küçük tabelada, 'Malzeme Odası' yazıyordu. Gariplik daha kapının önünde başlıyordu. Kapının üstünde çok eski olduğunu düşündüğüm bir at nalı vardı. 'Batıl inançları olan bir çalışan mı asmış?' diye düşündüm. Kapıyı içimde artmaya başlayan bir ürpertiyle açtım. Açtığımda o şeytani havayı hissettim. İçeride ara sıra yanıp sönen zayıf bir floresan ışığından başka bir ışık kaynağı yoktu. Malzeme dolaplarını kapaklarında garip şekiller vardı. En çok dikkatimi çeken de açık bir el şekliydi. Orta parmağı avucunun ortasına kadar olmayan bir el...

   Her yerde korkutucu şekiller ve resimler vardı. Malzemeler talan edilmiş gibi etrafa saçılmış duruyordu. Bu hastanede kim yapmış olabilir bunları ve kimse nasıl fark etmemiş olabilir? diye düşündüm. Köşede başka bir kapı daha vardı. Fısıltılar oradan geliyordu.

   Yarı açık kapıyı ittiğimde gördüğüm manzara beni dehşete düşürdü. Damla yerden neredeyse bir metre havada duruyordu. Sağ tarafı bana dönük bir şekilde iki metre önündeki duvara bakıyordu. Duvarda insan elinden çıkmış olamayacak kadar garip ve korkunç şekiller vardı.  O küçük gölgeler Damla'nın etrafında bir yarım daire oluşturmuşlardı. Uğursuz ve sonu gelmeyen fısıltılar çıkarıyorlardı. Dört beş yaşlarında saçları olmayan erkek çocuklarına benziyorlardı ve beni görünce o korkunç küçük kırmızı gözlerle bana baktılar. Yüzleri bulanık gibiydi. Tam tarif edemiyorum.

   Sonra onu gördüm. O iri Gölgeyi... Duvarın içinden çıktı. Korkunç bir şeydi. Alnında kırmızı bir leke gibi o garip orta parmağı olmayan el işareti vardı. Beynim bacaklarıma kaç emri veriyordu ama dehşetten kıpırdayamıyordum bile. Damla başını bana çevirdi. Beni gördüğünde yüzünde bir şaşkınlık gördüm. Sonra aniden vücudumdaki kilitlenme kalktı. Bütün gücümle koğuşa doğru koştum. Sanki orada bana bir şey yapamazlar gibi. Ne aptalca bir düşünce...

06:03

   Bunları yazması o kadar zor ki... Şu an aldığım nefes yetmiyor. Bir yandan gözyaşlarımı siliyorum. Ben buraya ait değilim ama buradan çıkamıyorum.

İfrit Günlükleri  - 2 -   TımarhaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin