2 Ağustos 2015

286 30 6
                                    

Bugün çok ama çok sevinçliyim. Çünkü Fuat geldi. Buraya geleceği hiç aklıma gelmezdi. Onu hayatımda ilk kez görüyordum ama sanki ailemden biriymiş gibi –hatta en yakınımmış gibi- hissettim. Kendimi tutamayıp ona sarıldım. Sarılmama şaşırdı haliyle. Sonra ben de utandım. Beklediğimden daha genç ve çok güler yüzlü. Ben böyle şeylerle -cin falan gibi şeylerle-ilgilenen insanların daha yaşlı ve sert –hatta korkutucu – kişiler olduğunu düşünürdüm.

Daha ilk cümlede beni şaşırttı, "Zayıflamışsın," dedi sanki eski halimi biliyormuş gibi. Kim bilir? Belki biliyordur. "Burada iştahım kaçtı. Pek yiyemiyorum," dedim. Gülümsedi. Ailem beni ziyarete geldiklerinde gülümserlerdi ama yüzlerinde saklayamadıkları bir hüzün olurdu. Fuat da ise hiç böyle bir şey yoktu. "İyi görünüyorsun," dedi. Şaşırmıştım. "Ben mi?" dedim. "Evet, sen," dedi gülümseyerek. Kendimi ikinci kez aptal gibi hissettim. Bilmiyorum belki onu gördüğüm için yüzümde bir mutluluk vardı. "Bilmem. Burada ne kadar iyi olunabilir ki?" dedim.

   "Neden buradasın?" dedi. Beklemediğim bir soruydu. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. "Ailem deli olduğumu düşünüyor. Bir de intihar etmeye çalıştığımı... O yüzden buradayım," dedim. Bunları söylerken kendimle barışıkmışım gibi gülümsüyor, hatta kendine güvenen birisi gibi oturmaya çalışıyordum. Ama içten içe de kendimden deli olarak bahsetmenin ezikliğini yaşıyordum.

   "Hayır," dedi, "Kaderinde burada olmak var. Çünkü burası senin eğitimine başlayacağın yer."
"Ne eğitimi?"
"İnsanların senin gibilerinin yardımına ihtiyacı var."
"Benim gibilerinin mi? Kendimi çok aciz hissediyorum. Ben kendime yardım edemiyorum, başkasına nasıl yardım edeyim?"

   Bir süre sustu. Sonra, "Ailenin senin deli olduğunu düşündüklerini söyledin. Sen ne düşünüyorsun? Sence deli misin?" Açık sözlülüğü şaşırtmadı desem yalan olur. Böyle bir soruya nasıl cevap verilebilirdi ki? Ne diyeceğimi bilemedim. Birkaç saniye etrafıma baktım. Sonra anneme saldırışım aklıma geldi. "Biraz deli olabilirim," dedim.

   Kendisinden hiç beklemediğim bir kahkaha attı. Ona bakıp ben de güldüm. Sanırım benimki biraz içinde delilik barındırıyordu.
"Hayır, yalnızca korkmuş küçük bir kız çocuğusun," dedi, "Hatırlıyor musun bana ifrit nedir diye sormuştun?"

Önce hatırlayamadım. Onun yüzüne baktım, o benim yüzüme baktı. Sonra, "Evet, hatırlıyorum dedim, "karşılaştığımızda anlatırım demiştin." "O zaman sana anlatayım," dedi. Birçoğunu hayatımda ilk kez duyduğum şeyleri anlattı.

İfritlerin cinniyattan bir ırk olduğunu söyledi. Onlar içerisinde en güçlüleriymiş. Cinler de, insanın topraktan yaratılması gibi, dumansız ateşten yaratılmışlar. İnsanlardan daha uzun yaşıyorlarmış. Bin seneden fazla yaşayanları varmış.
"İnsanlardan daha kalabalıklar," dedi, "çok daha kalabalıklar." Kuranda Cin Suresi diye sure varmış. Çok şaşırdım. İnsanlardan daha hızlı hareket edebiliyorlarmış. Işık hızı gibi... Bazı özellikleri insanlardan çok daha kuvvetliymiş.

Dünyaya insanlardan çok önce gelmişler. Bu dünya aslında onların yeri imiş... Ama insanlar dünyaya yayılıp, öğrendikleri ilimlerle de onlara zarar vermişler. O yüzden insanlardan nefret ediyorlarmış.

Anlattıklarından ve tebessümünden cesaretlenip ona sordum, "Medyum gibi bir şey misin? Hani şu filmlerdeki gibi hayaletlerle, ruhlarla, garip varlıklarla konuşan. Öteki dünyadan haber veren..." Gülümsedi. Aptalca bir soruydu herhalde.
"Öncelikle hayalet diye bir şey yok. Ölmüş insanlar dünyaya hiç bir surette tekrar gelemezler. Ölen ölmüştür. Bazı özel insanlar hariç ölenlerin dünya ile ilgili işi yoktur. O özel insanlar da insanlara yardım etmek için bulunur, korkutmak ya da zarar vermek için değil. O filmlerdeki medyumlar pasif kişiler. Sanki telsiz gibi iki taraftan haber veriyorlar. Daha konuştuklarının kim olduklarını bilemiyorlar. Cinniyat onlara ne derlerse inanıyorlar. Ve medyumlar güçsüzler... Karşılarındaki şeyler onları korkutabilir, hatta zarar verebilir. Ama cinniyat bana zarar veremez. Ben onlara zarar veririm. Benim karşımda onlar için iki seçenek var. Ya itaat etmek ya da ölmek... Her ikisinde de benim için değişen bir şey yok. Sayılarının ya da kalabalık olmalarının da bir önemi yok. Ha bir, ha bin. Benim için hepsi aynı."

Çok iddialı konuşuyordu. Kendine güvenen bir hali ve rahatlığı vardı. "Cinci misin?" diye çekine çekine sordum. Fuat, "Hayır," dedi kesin bir ifadeyle, " onların çoğu hayırsız veya şerli insanlardır. En iyisi bunu para için yapar. Ben ise insanlara yardımcı olmak için yaparım. Ayrıca bu yapabildiğim şeylerin küçük bir kısmı. Şundan emin olabilirsin insanlar cinlerden daha fazla zarar verir. Onları başkalarına zarar vermek için kullanan insanlardır. Eskiden insanlar böyle kimselere cadı, büyücü derlerdi. Bunlar zalim kimselerdir. Hem insanlara hem de cinniyata zarar verirler. Vakti zamanında Sultan Süleyman cinniyatla anlaşma yapıp insanlara zarar vermeyeceği yönünde onlardan söz aldı. İnsanlardan da cinniyata zarar vermeyeceği, çocuklarını kaçırmayacağı yönünde söz aldı. Ama sözlerini ilk bozanlar insanlar oldu."

   Fuat'ı hayranlıkla ve ağzım açık bir şekilde dinliyordum. O kendine güvenen hali beni çok etkiliyordu. Onun yanındayken korkularım benden uzaklaşmıştı.

  "Neyse, bunlar sana çok lazım bilgiler değil. Senin ihtiyacın olan şey bunlar," deyip elini ceketinin cebine soktu. İçinden dört tane beyaz, küçük bez kese çıkarıp bana uzattı. "Bunlar nedir?" dedim. "Okunmuş tuz," dedi. Bişey anlamamıştım. Aptal aptal bakmamdan anlamış olmalı ki, "Bunlar seni buradaki varlıklardan, gölgelerden korumak için," dedi.

   Ona gölgelerden hiç bahsetmemiştim, hatta onlara gölge adını ben koymuştum ve günlükten başka bir yerde geçmiyordu. Nasıl bilebiliyor böyle şeyleri? İçimde saklı şeylerden nasıl haberi oluyor? Hiçbir fikrim yok. "Korkarsan bir şey öğrenemezsin, öğrendiklerini yapamazsın. Zaten ilk önce öğrenmen gereken şey korkmamak," diye devam etti söze. Sanırım korkmamak hiç öğrenemeyeceğim bir şey.

   Fuat konuşmadan sonra çok kalmadı. Giderken, "Beni tekrar ziyarete gelir misin?" dedim. "Dışarıda görüşürüz," dedi. "Beni buradan çıkaracaklarından şüpheliyim," deyince, " Endişe etme, çok yakında çıkarsın." dedi.

Heyecanlıyım. İnşallah okunmuş tuzlar işe yarar. Yararsa çok sevineceğim.

İfrit Günlükleri  - 2 -   TımarhaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin