Güneş sarı eteklerini uçurarak dansını ederken, gece yavaş yavaş sahneden çekiliyordu. Eksik müziği hisseden kuşlar, yaprağını düşürmüş ağaçlarda ötmeye başladı.O sabah her şey normal gibiydi. En azından bazıları için. Hayvanların hastalığı ile uğraşan işçiler gece boyu çalışmış, Ali ve Poyraz' da onlarla beraber sabahlamışlardı. Sabaha karşı önceden getirilmiş veteriner ve kendisi de veteriner olan Poyraz' ın çabalarıyla hayvanlar biraz daha rahatlamışlardı.
Gün ışırken iki genç adam mutfakta oturmuş çay içiyorlardı. Ali biraz düşünceli dururken, yorgunluktan uyuklayan Poyraz ise çayını çoktan soğutmuştu. Ali kardeşine baktığında halini görümce gülümsedi. Dumanı tüten bir kahveyi taşıyan sarı kupayı masaya bırakıp ayaklandı. Yanından geçerken kardeşinin omzuna dokunup onu da kaldırdı.
"Hadi uyuyalım, çok yorgunuz."
"Hem de nasıl, uyanınca Ekin' den bir masaj rica edeceğim."
Ali yarı şaşkın yarı sinirli mırıldandı. "O sana masaj mı yaptı?" Kahverengi parkelerin döşendiği merdivenlerden tırmanıyorlardı. "Kızı neden yoruyorsun?"
Poyraz elini öylesine salladı. "Bir gün yorgun olduğumu söylediğimde yapmıştı. Sen bize çekingenliğini anlattığından beri, bizim gibi o da çabalıyor. Erkeklerden kaçarak ömrünü geçiremeyeceğini farkında."
"Sen yine de zorlama onu. Hala korkuyor bizden. İstemese bile hayır diyemez." Diye fısıldadı merdivenlerin bitiminde.
Poyraz kafasını sallayıp odasına doğru yürümeye başladı. Duvarlara monte edilmiş tek tük lambaların ışığında, sinek uçsa kanat sesi duyulacak kadar sessiz bir koridorda tek kaldı Ali. Elini kafasına götürüp dağınık saçlarını karıştırdı. Hem uykuluydu hem de dinçti.
"O kahveyi içmemeliydim." Diye fısıldadı odasına giderken. Kapı kolunu çevirirken duyduğu bir ses ile durakladı. Bir kaplan edasıyla duraklamış, aynı hızla arkasına dönmüştü. Evin etrafında sayısız koruma vardı. Bekir en güvendiği adamları ailesinin yanına yerleştiriyordu. Ama yine de emin olmak için etrafına bakındı bir süre. Kapının kolunda kalan eli yuvarlak kulpu çevirirken, tekrar aynı ses gelince hızla ilk aklına gelen yere doğru yürümeye başladı.
Sessizlik adımlarına yol açıyordu o yürüdükçe. Engel olamıyordu hızlı adımlarına Ali. Annesinin odasına geldiğinde içeriden bir ses duyamadı. O sırada aynı melodi tekrar edince kafası hızla, sağ tarafındaki karanlık koridora döndü. Kapıya uzanan kırmızı halının üzerine adımını atıp, bitiminde kalan beyaz kapıya yürüdü. Yanından geçtiği tablolardaki silüetler silikti. Tavandaki lamdan düşen ışığın yardımı ile kapı kulpunu tutup çevirdi. Işık o fırsattan yararlanıp içeri süzüldüğünde, cam kenarına konulmuş yatakta uyuyan kadın çarptı gözüne genç adamın.
İnleyen genç kadının yanına gitti hızlıca. Ekin' in bedeni, suda çırpınan bir balıktan farksızdı. Beyaz yüzüne flu bir ıslaklık hakimdi. Saçları da bundan nasibini almıştı. Dudaklarının arasından sızan birkaç cümlenin arasından anne kelimesini duyduğu an yanına kurulmuştu, genç adam. Elini saçlarını götürüp uyandırmaktı niyeti ama soğuk eline saldıran sıcaklık ile hızla araladı gözlerini.
"Yanıyorsun." Diye fısıldadı. Hızla ayağa kalkıp odadan çıktı. Uzun, karanlık koridor artık eski sessizliğine hakim değildi. Yere bir yıkmak gibi buran ayaklar bozuyordu. Bunu duyup, daha uykusuna dalmamış olan Poyraz' da hızla dışarı çıktı. Karşı odanın, anne ve babasının odasına yönelen abisini görünce o da hızla oraya gitti.
"Ne oluyor?" Dedi ses tonuna dikkat etmeden.
Ali ona bakmadan odanın kalışını çaldı hızla. "Ekin, hastalanmış. Çok ateşi var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güllerin Fısıltısı
Dragoste"O kadar... o kadar kırılgan ki ve masum. Eşsiz bir kar tanesi gibi. Dokunmak istiyorum, sonra elimdeki ateş çarpıyor gözüme. Uzaktan izlemek, onunla beraber gelen karlar elimdeki ateşi, içimdeki ateşi söndürsün diye beklemek istiyorum ama içten içe...