Son ders
Bitmek bilmeyen bir geometri dersindeydik. Dakika dakika sayıyordum. Çünkü Kaan ile randevu gibi bir şeyimiz vardı. Bu beni yeterince heyecanlandırırken bir de hoca tahtaya kaldırıyordu. Listeden.
'Listeden' kelimesi her öğrencinin korkulu rüyasıdır. Daha soru yazılmamıştır. Neyle karşılaşacağını bilmezsin. Listeden denilir ama asla listeden olmamıştır o. İnanılmaz gergindim.
'Elli kuruş farkla gerginliğinizi bir boy küçültmek ister misiniz?' diyen Gayeye göz devirdim. Watty de bir kitap okuyordu. Ve bu replik orada çok fazla kullanılıyordu. Ağzı alışmıştı. Gayeye her şeyi anlatmıştım. Bilmediği kısımları. Öncesini zaten ayrıntısıyla biliyordu.
'İki lira farkla IQ'nuzu çoğaltmak ister misiniz?' diyip güldüm.
'Sadece iki lira mı? Tabi ikili menü şeklinde oluyor mu? Bir miktar kankama da lazım da.' laf mı sokmuştu bu bana. Ay bi tarafım yani. Tam o sırada hoca Bora'nın adını söyledi.
'Ben mi?' diye sormuştu şaşkoloz.
''Ben mi'' zaman kazanma sorusudur. "İki dakika daha oyalanıyım da belki zil çalar" düşüncesiyle sorulmuş sorudur. Oysa ki zile daha beş dakika vardır. O soru ya çözülecektir ya da çözülecektir. Kendimi filmin başrolündeki anlatıcı gibi hissettim böyle saçmalayınca.
'Başka Bora var mı oğlum sınıfta' dedi canım aşkım geometri hocacım.
'Hocam bir daha mı baksak belki Bora değildir o ya. Kaydırma yapmış olmayasınız.' asla kurtulamayacaktı. Hoca avına yaklaştı. Ve o klasik yalanı söyledi 'çık yavrum ben sana yardım edicem' av yavaşca tahtaya yaklaştı. Bir süre soruyla bakıştı.
'Kanka sorunun mu seni çözmesini bekliyorsun? Hayır onu bekliyorsan boşa bekleme üç yıldır aynı sınıftayız ben daha çözemedim seni. Türünün tek örneğisin de biraz.' diyip kahkaha atan Gayeye katıldım.
Beş dakika ne zor geçiyordu yahu. 'Kızlar susun da çocuk düşünsün. Yapacağına inanıyorum ben'
'Hocam o zaman sabaha kadar bekleyeceğiz demektir.'
'Aynen hocam Yağmur haklı. Yanımıza erzak alsaydık bari. Aç kalacağız aç.' diyip dizlerini dövdü Gaye daha da gülmeye başladım. Sonunda zilin çalmasıyla Bora çantasını alıp koşmaya başladı. Hoca arkasından 'nereye oğlum soru bitmedi' nidaları atarken ben bu hallerine daha da güldüm.
Kaan kapının önüne çoktan gelmişti. Eda kapıya bakıp gülümsedi. Kaan sınıfa girip geometri hocasıyla konuştu bir süre. Çantamı alıp Kaan'ın yanına gittim.
'Hazırsan gidelim.' dedi Kaan.
'Gidelim.' arkamı dönüp Gayeye el salladım. Bu sıra da Edaya da pis pis sırıtma fırsatı bulmuştum.
Ne kadar arkam dönük kalmışsam artık kapıya çarpmıştım. Kaan bana kahkahalarla gülerken tamamen salaklığıma lanetler okudum. Rezil olmuştum. Yine yeni yeniden.
'Gülmesene salak. Benim burada kafam yarılmış sen gülüyorsun.' dedim sahte bir sinirle.
'Kızım ben mi dedim git Edaya ''çocuğu ben kaptım'' bakışları at diye.
'Nalakası var şimdi Kaan. Hiçte öyle bakmadım. Gayeye veda ettim ben.' bu nasıl bir savunmaydı.
Tam bir salaksın Yağmur.Ben salaksam sende salaksın ayol.
'Sus ve nereye gideceğimizi söyle.'
'Bunu senin planlamış olduğunu umuyordum ben.' gerçekten öyle umuyordum. Davet eden oydu çünkü.
'O zaman sahile inmeye ne dersin?'
'Sahile inmek derim sen ne dersin.' yaptığım aptal espriye yine kendim güldüm. Biz de böyle manyağız be biraderim.
'Sanırım bu randevuyu tekrar gözden geçirmeliyiz.' elf kulaklarım neler duyuyordu böyle. Randevu demişti. Şuan onunla ben randevudaydık.
'Son dediğini bir tekrarlar mısın? Tam olarak ne söylediğini idrak edemedim de.'
'Geçirmeliyiz.' inadına yapıyordu. Ama söyletecektim.
'Tam olarak bu ve tekrar kelimesinin arasındaki kelimeden bahsediyorum.'
'Gayet iyi duymuşsun gibi görünüyor.' ah gafil avlandım resmen. Sinirlerim bozulmuştu. Pes etmeyecektim.
'Hayır duydum ama doğru şeyi duyduğumdan emin olmak istiyorum.' işte böyle kızım devam et.
'Randevu. Senin için hecelememi ister misin?' diyip bana doğru bir adım attı. Ne zaman durmuştuk yahu.
'Evet lütfen.' diyip bir adım attım.
'Sen ve ben şuan randevuya çıkıyoruz. Gerçi biraz daha burada oyalanırsak, randevumuz başlamadan bitecek.' o bunu söyleyince tutup kolundan sürüklemeye başladım. Sürüklenirken kahkaha attığını duydu. Ona olan aşkım ve zaafımla eğleniyordu. Piç.
Otobüs durağına geldiğimizde çantamdan öğrenci kartımı çıkardım. Aval aval bana bakıyordu.
'Ne var?' dedim dayanamayıp. Onun o ponçik nakışları öküz ruhuma işlemiyordu. Üzgünüm.
Aslında değilim ama neyse.'Sahile mi iniyoruz?'
'Kaan bu konuyu daha on dakika önce falan tartıştık diye hatırlıyorum.'
'Evet tamam çok saçma bir soruydu.'
Biraz daha bekledikten sonra otobüs geldi. Rahatsız edici bir sessizlik vardı aramızda. Yazışırken böyle bir sorunumuz olmuyordu.
Kulaklığımı çıkardım. Birini ona uzattım. Yol biraz uzundu. Bir kaç şarkı dinleyebilirdik. Susmaktan iyidir.
'Şey ben müzik zevkini bilmiyorum. Yani ne dinlersin bilemiyorum. Değişik bir müzik zevkim vardır da.' dedim listede bir süre gezindikten sonra.
'Neyin normal ki? Takıl kafana göre seveceğime eminim.' diyip gülümsedi. Sen hep gülümse be çocuk! Gözüm bir süre gülüşüne takılı kalınca toparlanıp önüme döndüm. Ve listeden bir şarkı seçtim. (Tuğkan-Tuzak)
Yol boyunca aynı şarkıyı dinlemiştim. Tekrardaydı çünkü. Bir şarkının bokunu çıkarmayı severim.
İneceğimiz yere geldik. Önden ben indim. Daha sonra o. Burada bir kafe vardı. Orada oturacaktık. İnanmayacaksınız ama kafenin adı 'neden' idi.
'Sen yer seç ben lavaboya gidip gelecegim.' diyip uzaklaştı.
Köşelerden bir yer seçtim. Denizin hemen dibiydi kafe. İçerisi de çok hoş dizayn edilmişti. Samimi bir havası vardı. Yeşilçam oyuncularının resimleri vardı. Kısacası gayet hoştu. Bir süre sonra Kaan'ın da gelmesiyle garson yanımıza geldi. Menü bıraktı. Kahve söyledik.
'Pekala Yağmur hanım. Biraz kendinden bahsetmeye ne dersin?'