21. Bölüm

919 20 2
                                    

Merhaba hepinize :)) Bugün benim için çok güzel bir gün ve ben de bu güzel günü kutlamak için bir bölüm paylaşmak istedim. Tabi bölüm pek iç açıcı değil. Üzgünüm. Ayrıca bugünümün güzel olmasının sebebi saçma bir hastalıktan kurtulmuş olmam.  Yani tam olarak hastalık değil alerji bile denilebilir. Glüten diye adlandırılan bir proteini yiyemiyordum ki buğdayın, arpanın her şeyin içinde var. Kısacası hamur işi, ekmek falan yiyemiyordum. Dört beş yıldır. Fakat bu hastalığın ben de yüksek düzeyde olmadığı gizli kaldığı saptandı ve diyetimi devam ettirmeme gerek olmadığı söylendi. Yani bir süredir uymuyordum zaten ama resmen bu diyetten bugün kurtuldummm! Bide bu bölüm pek istediğim gibi olmadı yani kısa oldu, sıkıcı, üzücü, oldu. Fakat böyle yazmam gerekti. Neyse bunu ileriki bölümlerde telafi edeceğime inanıyorum. Teşekkürleer! Hepinize iyi okumalar :))))

Birkaç saattir hastanenin beyaz koridorunda bir sağa bir sola gidip gelen babamı izliyorum. Doktorlar, hemşireler gidip geldi. Tek bir iyi haber getirmediler. Durumu belirsiz demek için ne diye geliyorlar ki? Aptal kahve makinesi de çalışmıyor. Hastanedeyiz bir sürü insan burada sabahlıyor. Bir kahveyi hak ediyorlardır ha? Kahve mi? Annemin durumunu düşünmemek için düşündüğüm şeyler arasındaki en saçması kahve makinesi olabilir sanırım. Ah pardon bozuk kahve makinesi diyecektim.

Babamın bir o yana bir bu yana gidişini izlemekten yorulan gözlerimi kapatıp başımı geriye attım. Her şeyin mükemmel olabileceği bir yer hayal ettim. İlla ki çikolata şelalelerine ya da renk renk gökkuşaklarının olmasına gerek yoktu. Annem iyi olsa yeterdi hatta. İnsan kaybettiği şeylerin kaybetmeden önce değerini anlayamıyor. Benim burada bahsettiğim şey annem değil aslında mutluluğum. Ben mutluluğumu kaybetmeden önce saçma sapan şeylere bile üzülüp sinirlenirken şimdi kendi ütopyamı hayal ederken tek istediğim şey annem.

İnsan her şekilde, her anda kendini düşünüyor aslında. Hep bencil… Olayları yaşarken bencil hatta duygularını yaşarken bile. Mesela aşkı ele alalım. Güçlü bir duygu olduğu söylenir ama buna kim inanır ki? Temeli benmerkezcilik olan bu duygunun varlığına bile inanmıyorum.

Sağ tarafımda bir hareketlilik hissettiğimde gözlerimi yavaşça açıp yanımda oturan babama doğru döndüm. Siluetini incelerken gözüm ellerine takıldı. Titriyordu. Onu rahatlatabilmek isterdim. Fakat yapamazdım kendi cümlelerim kendimi rahatlatamazken bir başkasını nasıl teselli edebilirdi. Beynimdeki her bir sinir hücresi kötü şeyler olacağını fısıldarken nasıl babama her şey güzel olacak diyebilirdim. Benim annem biricik annem o odada yaşam savaşı verirken nasıl ben burada düzgün düşünüp teselli kelimelerini birleştirip dudaklarımın arasından çıkarabilirdim.

 Yine bir hemşire gelip annemin durumunun kritik olduğunu söylerken boş boş önüme baktım. Beynimde hiçbir şey olmaması gözlerime yansıyordu. Bomboştum. Uzaktan babamın boğuk sesini duyuyordum fakat beynim kelimeleri algılayıp anlamlandıramıyordu. Kolumun çekildiğini hissedince azda olsa kendime geldim. Güçsüz parmaklar kolumu tutarken babamı daha fazla yormamaya karar verip beni çekiştirmesine izin verdim. Beyaz kapılardan geçip yine beyaz bir odaya girdiğimizde sessizce yine beyaz olan yatağa doğru ilerledim. Güçsüz vücudumu yatağa bıraktığımda babam üstümü yünlü bir battaniyeyle örttü. Battaniyelerden hoşlanmazdım. Tenim fazla hassastı, yün kumaşın değmesi beni her zaman rahatsız ederdi. Ama şu an bunu takamayacak haldeydim. İsterseler beni yünle sarıp sarmalasınlar yine de sesimi çıkarmazdım. Yorgunluk bütün bedenimi sarmalayıp beni derin bir uykuya çekerken şu an rahatça uyumamın anneme haksızlık olduğunu düşünüyordum. Ben o durumda olsam annem uyumazdı.

************

Etrafımdaki hareketlilikten dolayı yavaşça göz kapaklarımı aralarken yüzüme vuran güneşin etkisiyle iyice huzursuzlandım. Sırtımı yatak başlığına yaslayıp kendimi geriye doğru çekerken oturur pozisyonumu aldım. Odadaki insanlara bakarken kafamın karışıklığını onlara yansıtmamaya özen gösteriyordum. Nergis buradaydı tabi ki Kıvanç’la beraber. Bu ikisinin burada olması iyiydi, normaldi. Fakat Bora’yla Yağız neden buradaydı ki? Yani gerçekten onlarla doğru düzgün tanışmıyordum. Üstüne daha önce hiç konuşmadığım ama Oktay’ın arkadaşı olduğunu bildiğim Bora da buradaydı. Bu Bora bizim kavgacı pislikten farklı olarak daha kısaydı. Tabi hala benden uzundu ya neyse. Gözlerim yorgunca Oktay’ı ararken gelmemiş olması düşüncesi beynimi yiyip bitiriyordu.

Bu rahatsızlık yüzüme yansırken bakışlarımı beyaz karolarla döşenmiş yere indirdim. Burasının böylesine beyaz olması sinirimi bozuyordu. Gözüm her zamankinden daha çok yorulmuştu. Bunun gözlerimden amansızca akan yaşlardan kaynaklandığını bilsem de kendimi kandırarak beyaz döşenmiş bu saçma hastaneyi suçluyordum.

Odanın kapısı açıldığında gözlerimi direkt oraya diktim. Gelenin Oktay olduğunu gördüğümde yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Masum bir tebessüm…

“Uyanmışsın.” Duymak istediğim sesini işitince tebessümüm çoğaldı.

“Evet. Siz nereden çıktınız böyle? Kim haber verdi?” Gözlerimi ondan alıp sorularımı herkese doğrulttum. Tabii ki cevap hemen Nergis’ten geldi.

“O ne öyle? Pek sevinmedin galiba. Aman sevinsen de sevinmesen de buradayız zaten. Bizi buradan attıramazsın şekerim.” Hızlı konuşmasının arasına küçük bir kahkaha sığdırırken bu gülüşün gözlerine yansımadığını hissettim. “Ayrıca kimse bize haber vermedi. Senin ortadan kaybolduğunu müdürden öğrendik. Nereye gittiğini sordu. Bilmediğimizi ifade edince de inanmadı meymenetsiz adam. Neyse işte sonrası biraz karışık. Biz bir süre seni bekledik. Yani ben senin Oktay’la olduğunu düşünmüştüm açıkçası. Sonra o da ortaya çıkıp seni sordu. O an endişelendik. Sana nereden ulaşacağımızı bilemedik. Müdüre de bunu iletemezdik çünkü bir yerden çıkıp gelirsen müdür seni fena paylardı. En son aileni aramayı düşündük. Telefonu bizde olmadığından şeye gittik.” Neye diye soramadan derin bir nefes alıp konuşmasına devam etmişti. “Eda’ya gittik. İlk başta bize yardım etmek istemedi ama sonra Oktay ona ağzının payını verdi. Fakat ne yazık ki babanın veya annenin telefonu onda da yoktu. Sonra bize Utku diye birinden bahsetti. Kuzeninmiş. Bir ara seni ziyarete geldiğinde tanışmışlar ve telefonunu almış. Sanırım bundan senin de haberin yoktu neyse. Ondan haberleri aldık ve sabah olmasını bekleyip buraya geldik. Utku da buradaymış, yan odada. Imm…” O kadar çok konuşmasına rağmen hala söyleyecek sözleri vardı. Fakat ağzında geveleyip duruyordu. En sonunda ısrarcı bakışlarıma dayanamayıp devam etti. Sanırım ilk defa onun konuşmasını istemiştim. Genelde susmasını istediğimden bunun ilginç olduğunu hissettim. Söyleyeceği şeyleri ağzında tutuyorsa beni üzecek şeyler olduğu belliydi. “Biz sabaha kadar bekledik, gelmedik ama Yağız’la Bora geceden beri burada. Annenin gece durumu kötüleşmiş Beren. Acil kana ihtiyaç duyulmuş ve annenin kanıyla Yağız’ın kanı aynı. O yardım etti. Zaten aynı kan olduklarını öğrenmesi de tesadüftü. Biz babandan gelen acil arama nedeniyle kan ararken aklımıza hiç onlara sormak gelmemişti ve koridorda tanımadığımız kişilere laf anlatmaya çalışırken Bora bizi duydu. Zaten sonra Yağız’la hastaneye gittiler.”

Annenin gece durumu kötüleşmiş Beren. Durumu kötüleşmiş. Annenin. Beren. Annenin durumu kötüleşmiş. Zihnimde anlamsızca aynı cümle tekrarlanırken Nergis’in devamında söylediği sözlerin hiç birini beynime almamıştım. Hızlıca yataktan kalkarken gözlerimin kararıp başımın ağrısıyla geri yatağa oturdum. Beynimi toplayıp tekrar denedim. Bacaklarıma söz geçirmek zor olsa da bir hışımla odadan çıktım. Koridordaki sandalyelere oturmuş Utku ve babamı gördüğümde gözlerim yaşlanmıştı bile. Hızlıca gidip Utku’nun kucağına oturdum. Yüzümü onun boynunun girintisini gömerken sessiz hıçkırıklar boğazımda yankılanıyordu. Gözlerimden akan yaşları durdurma amaçlı göz kapaklarım sımsıkı kapalıydı. Derinden gelen hıçkırıklarım vücudumda sarsıntılara sebep olurken sonsuza kadar öylece kalmak istiyordum. Gözlerim kapalı, her şeyden habersiz, korunaklı…

Utku’nun da titrediğini görünce kendimi geri çektim. Yavaşça kendimi onun yanındaki sandalyeye bıraktım. Güçsüz hissediyordum. Yalnız… Yanımdaki sandalye üstündeki ağırlıkla çökünce başımı hafifçe sağa çevirdim. Oktay’ın yüz hatlarını tanıyınca kendimi onun kollarına bıraktım. Bana bu zor zamanımda yardımcı oluyordu. Yanımdaydı. Yanımda olmasını istediğim kişi yanımdaydı. Beni güçsüz bırakmayacak kişi yanımdaydı. İstediğimde, kendimi yorgun hissettiğimde kollarına atılacağım kişi yanımdaydı. Bunu hiçbir zaman unutmayacaktım.

Yeni DeneyimlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin