Merhabalar. Uzun bir süredir yeni bölüm gelmediği için unutanlar için bir önceki bölümün sonundan başlayarak atıyorum, keyifli okumalar.
"Ünlü iş adamı Demir Aslanoğlu ve eşi Meyra Aslanoğlu'nun aile arasında nikah kıydıkları ve düğünü hem akraba hem arkadaş çevresiyle beraber yapmak istedikleri için büyük bir tören hazırladıkları öğrenildi. Bu akşam düğünleri olan çiftin mutluluğu yüzlerinden okunuyordu."
Radyoda tekrar şarkı araya girene kadar kendime gelememiştim, duyduklarımı kavramak ve sindirmek için zamana ihtiyacım vardı.
O....
İki çift safir göz, aklıma düşerken düşünmek istediğim şeyin bu olmadığını biliyordum. Direksiyonu iki elimle kavradığımda telefonumdan bir mesaj sesi yükseldi. Elim gitmiyordu, hissizleşmiştim.
Demek evlenmişti. Hemde o kadınla, zamanında kabusum olan ve mutsuzluğumun temel taşlarından biri olan kadınla.
Gençliğim, hatta çocukluğum gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçerken vücudumun soğuduğunu hissettim, hava her ne kadar sıcak olsa da benim için kara bir kış vardı sanki.
Dikiz aynasından kendime baktım, yüzüm kireç gibi olmuştu. Karşımda herhangi biri dursa hislerimi anlayamazdı belki ama bir sorun olduğu her halimden belli oluyordu.
Elim yavaşça telefonuma doğru gitti ve ekrandaki mesajı okudum. Ateş Bey'den gelmişti.
"Merhaba Mine, bu akşamki düğünde bana eşlik edeceksin değil mi? Caymak yok bak, seni tanıştırmak istediğim avukat bir arkadaşım var. Düğün sahibi Demir Bey'in erkek kardeşi Anıl Aslanoğlu, belki duymuşsundur."
Fal taşı gibi açılmış gözlerle ekrana bakıyordum. Neye uğradığımı şaşırmıştım ve hiçbir şekilde doğru düşünemiyordum. Titreyen ellerimle direksiyon hakimiyetimi sağlamaya çalışıyordum, vücudumda derimin altına gizlenmiş olan zehirli bir yılan zehrini her bir zerreme bırakıyormuş gibi bir his vardı. Mantığım durmuş, beynim uyuşmuştu sanki. Telefondaki mesaja cevap vermeden arabayı boş bir arazinin önüne çektim. Nefes alışverişim hızlanmıştı ve bu noktada arabayı kullanabilmem mümkün değildi.
Aradaban inip hızlı ve kısa bir şekilde nefes alıp vermeye başladım. Ateş'in kaldığı otelin yakınlarındaydım. Midem bulanıyordu. Sakinleşmek için kendime zaman tanımam gerekiyor ve gördüğüm şeyleri hazmetmem gerekiyordu ama mantığım durduğu için düşünecek gücü kendimde bulamıyordum. Issız ve bomboş olan sokağa baktım, çaprazımdaki çöp poşetini karıştıran kedi dışında ortalıkta hiç kimse yoktu. Elimle arabama doğru eğildim ve nefesimi düzenlemeye çalıştım.
Hayatlarımız bambaşka alanlara kaymıştı, Demir ile olan her şey birer hiçliğe dönüştüğünde 1 yıl boyunca hiç durmadan çalışmıştım. Okulu hiç aksatmadan gidiyor ve geceleri bir barda sabah 5 veya bazen 6'ya kadar çalışıyordum. Paramın bir kısmıyla Nehir'e destek olurken diğer kısmı Nida'nın harçlıkları dışında saklıyordum. Birikmiş paramın güvencesiyle Nehir'in evinden ayrılmış ve kendi evime çıkmıştım, kirası fazla gelmeye başladığı zamanlarda iki işte birden çalışıyor aynı zamanda okumaya devam ediyordum.
Şu an olduğum konumu hiç kimseye borçlu değildim, her şeyi kendi emeğimle inşa etmiştim. Beni hayata bağlayan en önemli şey kardeşimdi ve bunun dışında sadece yaşamak için yaşıyordum. Hobilerim yoktu, kalabalık yoktu, hayatım eski sessizliğine ve yalnızlığına geri dönmüştü. Aslında yeni bir heyecan aramıyordum çünkü yıpranmıştım, bu sessizlik beni ürkütmüyor aksine genç bir bedende yaşanmışlıklar yüzünden yaş almış bir ruhun isteyebileceği kuvvette bir yalnızlıktı benimki, bir başkasıyla paylaşmayı istemediğim bir yalnızlık. O günleri halletmiş ve yoluna bırakmış olan ben, şu an tekrar geçmişi yaşıyor ve sorguluyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR VE KEHRİBAR (TAMAMLANDI)
Dla nastolatkówGecenin karanlığı ruhu gölgelediğinde geriye sadece safir mavisi gözler kaldı. Ruhunu şeytana satmış bir adam ve tutsak olduğu zindandan çıkmak için çırpınan küçük bir kızın hikayesi. Kör bir baba ve kan kanseriyle amansız mücadeleye atılan bir kar...