25. BÖLÜM: "KIZLAR GECESİ"

29.1K 1.1K 137
                                    

Birine dokunmak, onun hiç kimselere açmadığı yaralı ruhuna dokunmak gibidir. Birine dokunmak, dünyadaki tüm engelleri aşabileceğine inandığın andır ve birine dokunmak içine attığın tüm duyguların artık katlanılmaz bir hal almasından dolayı dışarı vurulmasıdır.

Hayatımda kimseye böylesine dokunmamıştım ben, kimseye böylesine kapılmamıştım. En başından söylemiştim tutsak olduğumu, ama bu acı kıvılcımlarının içimde filizlendiği anlardan biriydi. Nefret tüm içtenliğiyle boğazımı sarmış sonumu getirmeyi bekliyordu. Ben sonu olmayan bir karanlıkta gittim bunca gün, bunca hafta, bunca ay. Şimdi yine dipteydim ama o ışığın farkındaydım. Safir mavisinin gözlerime değdiği ilk an, beni dipten çıkaracak insanın o olduğunu biliyordum. İçimde bastıramadığım onca düşüncenin patlamasıydı bu öpücük, zayıflık mı? Evet. Aptallık mı? Fazlasıyla. Ama pişmanlık? Asla.

Ona dokunduğum için asla pişman olmayacaktım; bunu biliyordum. Çünkü damarlarımdaki kan akışını hızlandıran bu adama ihtiyacım vardı. Bazen beni ölesiye korkutuyordu, bazen de sadece onun benimle olmasını istiyordum. Bu duygunun adını bilmiyordum, çünkü hiç hissetmemiştim.

Kollarında yattığım adama bakıp gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Düşüncelerim lise yıllarımdaki anıyı gözlerimin önüne getirirken de içim parçalandı.

Anıl'la anılarımızı düşündüm. Başka hiç arkadaşım olmadığı zamanları anımsadım. Hoyrat, geçimsiz, suratsızın tekiydim. Tek arkadaşım kitaplarım, tek aşkım kitap karakterlerimdi. Dünyam kelimelere gömülmüştü ve nesneleri göremeyecek kadar körelmiştim.

Bunun nedeni bizim durumumuzdu. Yırtık montlarla okula giderdim, Nida için çok fazla para harcıyorduk ve bende yük olmak istemezdim. Hatta Nida'ya ilaçları haricinde istediği her şeyi alırdık ama ben kendime dair hiçbir şey yapmazdım. Kendim için yaşamayı unutmuştum.

Aşkı meşki düşünecek zamanım olmadığı gibi insanların beni yargılayarak bakması daha da çileden çıkmamı sağlıyordu. Üniversiteye geçene kadar kimse benim sınıfta varlığımı hissetmezdi. Montumu yere atıp üzerine çıkarlar ve acımasız kahkalarını sınıfın ortasında atarlardı. Ben nefes bile alamıyordum insanların arasında.

Sonra gün ışığı doğdu. Anıl ortaya çıktı. Bana karşı ilgisini belli ettiği ilk gün onu nasıl da terslemiştim; yine biri benimle dalga geçiyor sanmıştım. Halbuki biri beni sevmeye çalışıyordu. O kadar yabaniydim ki sevilmeye değer olmadığımı biliyordum.

Sevilmeyi haketmiyordum. Hep buna inanmıştım.

Sonra... Sonrası dipsiz bir kuyuydu. Hukuğu kazanıp üniversiteye başlayınca benim için şans olduğuna inandım. Belki hayatımın sonu olarak nitelendirmiştim ama şuan şansımın koynunda uyuyordum.

Biz... Biz delicesine öpüşmüştük. Bunu saklayamazdım. Ondan hep uzak durmaya çalışmış, düşüncelerimde onu kendimden bağımsız tutmaya çalışmıştım. Ama hep unuttuğum bir şey vardı işte, yapamıyordum. Gücüm artık ona yetmiyordu. Önümüzdeki tüm bariyerleri yıkıp yok etmişti.

Gözlerimi Demir'in üzerinden çekmedim. Saatlerce izleyebileceğiniz bir deniz manzarası gibiydi. Bıkmadan, usanmadan sadece onu böyle seyredebilirdim.

"Kadupul." diye mırıldanınca irkildim. Uyuyor sanıyordum. "Bana bakarken salyalarını toplasan diyorum?"

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Sana bakmıyorum, uyuyorum."

Sırıttı. "Beni seyrettiğini kabul etmiyorsun yani." diyince yüzündeki alaysı ifadeye baktım. Başından beri uyumuyordu demek ki.

Ne yaptığımız aklıma gelince duraksadım. Elbette daha ileriye geçilmemişti. Durması gerektiği yeri iyi biliyordu. Durdu ve saatlerce gözlerimin içine baktı. Sonra yatağa yatıp beni kolları arasına aldı. Hiç ayrılmayacakmışız gibiydi. Bu his güzeldi. Ve sabah olduğunda hepsi son bulacaktı.

SAFİR VE KEHRİBAR (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin