"Anne!"
Yüzümü gelen sese doğru çevirdim. Yanına doğru yürüdüm ve küçük ela yeşil karışımı gözleri olan kıza baktım. Ağlıyordu. Minik ellerini ağzına götürmüş içli içli hıçkırıyordu. Karşımdaki bu sevimli şeye karşı ilgisiz kalamamıştım. Dizlerimin üzerine çöktüm ve bir elimi omzuna koydum. "Hey, iyi misin?" Bana cevap vermemişti. Çenesinden tuttum ve yukarı kaldırmaya çalıştım ama sanki bir duvarı bükmeye çalışıyor gibiydim. Küçük kızın yüzünü hissedemiyordum. Ona karşı uyguladığım kuvveti algılamıyordu. Tıpkı benim de onu algılayamadığım gibi.
"Anne! Neredesin?" Küçük kız kırmızı çiçeklerle bezeli elbisesinin eteklerini tuttu ve sıkmaya başladı. Korkudan ne yapacağını şaşırmış bir hali vardı. Elimi bu sefer saçlarına götürdüm ve inatla konuşmaya devam ettim. "Beni duyuyor musun? Şş ağlama." Sesim ortamda hızla yayılırken kızın kulaklarına ulaşamadan yok olmuştu.
"Mine!" Enseme doğru esen rüzgarın gücüne kapılıp, saçlarıma vuran sese odaklandım. Yüzümü oraya doğru çevirdim ve gelen kadının telaşına baktım. Mimoza çiçeğinin eşsiz kokusu burnuma dolarken kadının sarı ve koyu kızıl saçlarına baktım. "Bebeğim, beni çok korkuttun."
Bu kadın annemden başkası değildi. Nerede olduğumu bilmediğim için küçük kızın yanından kalktım ve anneme doğru koşmaya başladım. Kollarımı açmış ona doğru koşarken annem beni es geçerek ağlayan kıza yöneldi. "Mine, güzel yavrum benim. Bak buradayım, korkma." Telaşlı hareketlerle kıza sarılan anneme baktım. Yüzünde kuruyan gözyaşları buradan bile belli oluyordu.
"Kim sana bunu yapan?" diye sordu annem. Kız ağlamayı keserek beni işaret etti. Gözlerimin içine bakıyordu. Beni göremediklerini sanıyordum ama yanılmıştım. Tüm benliğimle buradaydım ve annemle Mine denen kız beni görüyordu. Küçük Mine işaret parmağını bana doğru uzatıp annesine sığınmıştı. "Beni öldüren bu kız anne."
Ağzım kocaman açılmış şekilde kıza bakıyordum. Ne yapacağımı şaşırmıştım. "Beni yok etti." Kızın acımasız bakışları yine yüzümde oyalanırken arkamda birinin varlığını anımsar gibi oldum. Yanıma doğru yaklaştı ve omzumun üzerinden annemle yanındaki kıza baktı. "Onu ben öldürdüm." Arkamda olduğu için yüzünü tam olarak görememiştim ama kafam ona doğru çevrildiğinde safir mavisi ateşe yakın ve ölüme davetkar halde karşımdaydı. Arka cebine elini attı ve altın rengiyle döşenmiş olan hançeri elime uzattı.
Kafamı kaldırdığımda annemin elinde bir bebek vardı. Yanında da bastonla oturan babam. Kaşlarımı daha da derinleşecek hale getirip çattım. Burada neler oluyordu?
"Nida sana emanet. Sizi seviyorum." dedi babam karanlığın getirdiği acıyla. Küçük Mine bize doğru koştu ve Demir'in elindeki hançeri kaptı. "Senin seçimlerin bizim ölümümüz." dediğinde ağlamaya başlamıştım. Küçük Mine hançeri tam kalbinin üzerine sapladı ve kesik kesik iniltiler eşliğinde yere kapaklandı. Hançerin saplandığı yerden kırmızı kan akması gerekirken siyah ve beyaz renklerin heterojen bir karışım haline gelip bedeninden süzülüşüne baktım.
"Sen bizim katilimizsin." dedi annem. Karanlığa sürüklendiklerinde geriye sadece küçük Mine kalmıştı. Gözünün ucunda duran gözyaşına baktım ve ağlamaya başladım. Bu bendim. Beyaz ve siyahın bir uyum içinde şu bedenden süzülmesini sağlayan küçük kızdım. Masumluğum ve karanlığım bir ruhta toplanmış içimden akıp gidiyordu.
Safir mavisi yatan küçük kızın elinden hançeri aldı ve sırtıma geçirdi.
"Hayır!" Öyle bir bağırmıştım ki boğazım çıkan sesten dolayı acımıştı. Terden sırılsıklam olmuştum. Korku nefesimden buram buram çıkıyordu. Tüm taze düşünceler beynimi istila ederken rüya gördüğümü anlamıştım. Hayatımda gördüğüm en berbat rüyalardan biriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR VE KEHRİBAR (TAMAMLANDI)
Genç KurguGecenin karanlığı ruhu gölgelediğinde geriye sadece safir mavisi gözler kaldı. Ruhunu şeytana satmış bir adam ve tutsak olduğu zindandan çıkmak için çırpınan küçük bir kızın hikayesi. Kör bir baba ve kan kanseriyle amansız mücadeleye atılan bir kar...