Dayanamayıp yeni bölüm atan yazara merhaba diyin! Haftasonunu bekleyecektim ama hikayenin yeni bölümünü bekleyen arkadaşların tepkilerini çok merak ettiğim için hemen atma kararı aldım. Multimedia da Mine var. Holland Roden karakterim için biçilmiş kaftan. Fakat zihninizde farklı karakterler yarattıysanız bu sizi etkilemesin. Benim görüşüm bu. Aynı zamanda multide bir müzik var. Şarkı değil sadece enstrumental. Şarkının kelimeleri hikayenin önüne geçmesin diye melodi tarzında bir şeylerle okumak daha iyi olur diye düşündüm. Sözsüz müzikle kesinlikle daha güzel oluyor. Multiyi açmadan bölüme başlamayın. Şiddetle söylüyorum. Son olarak yazım hataları gördüyseniz hemen söyleyin, biraz takıntılıyım bu konuda. Kontrol etme fırsatı bulamadım da cjdnxj. Keyifli okumalar canlarr. :*
"Anıl!" Sesim dehşet verici derece de yüksek çıkmıştı. O kadar şaşkına uğramıştım ki hiçbir şekilde kendime gelemiyordum. Betim benzim atmış halde karşımdaki tehlikeye baktım. Kalabalık iyice artarken Anıl burnundan soluyordu.
"Onunla düzgün konuşacaksın. Derdin benim." dedi hırlar gibi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor, konuşmaya cesaret bulamıyordu. Herkesin balık gibi açılan ağzı kilitlenmişti sanki. "Uluç!" dedi Yürüyen Tehlike. Kuzey kaskatı kesilen çenesiyle yanımda duruyordu. Uluç denilen herif bize doğru geliyordu.
Esmer bir delikanlı safir mavisi gözlere odaklandığında ben Anıl'ın bir kolunu tutmuş, sakinleştirmeye çalışıyordum. "Mekanı biraz süsle." dedi pislik herif. Cümlesine anlam verememiştim. Korkuyla etrafa kaçamak bakışlar atacakken maçı izlemeye gelen bir adam bana alayla bakıyordu. Korkumun arkasına saklanmadan hemen önce kalan son cesaret kırıntılarını yerden topluyordum. Adam baş parmağını yatay şekilde boynuna doğru götürdü. Bu "siz öldünüz" anlamına geliyordu.
"Ne yapacaksın lan bana? Söylesene. Oynayacağım demedim mi söylesene lan! Konuş." Anıl bunu söylerken gözü seğirmişti. Sinirden alnında uzun bir damar belirmişti. O kadar korkunç anlar yaşıyordum ki çantamda titreyen telefonumu çok sonra farketmiştim. Ama kimin olduğuna bakamayacak kadar zordaydım.
"Sana değil." dedi her duyduğumda irkilmeme neden olan ses. "Ona." dediğinde yüzünü bana çevirmişti. Öyle bir bakış attı ki devekuşu misali kafamı toprağa gömmek istedim. Merhametten yoksun, soğuk ve kararlı bakışları üzerimde hissettiğimde safir taşının en güzel mavisine sahip gözlerine baktım. Bu tonda bir göz rengiyle daha önce karşılaşmamıştım.
"Hayır! Ona zarar vermeyeceksin." dedi Anıl bir adım daha yaklaşırken. Safir mavisi gözler hala yüzüme odaklıydı. Her bir detayı inceliyordu. Üzerimizde yanan ışığın şiddeti biraz daha arttı. Artık yüzünü ve bedenini kabak gibi görüyordum.
Safir mavisi gözler, kumral saçlar ve çok şık bir takım elbise. Bu mekana ait değil gibiydi. Herkesin üzerinde yırtık kot, bol tişört, kısa kollu penye tarzında şeyler varken o son derece şıktı. Adını hala bilmediğim bu yabancıya "o" zamirinden başka bir şey diyemiyordum.
"Sevgilin, değil mi?" dedi ellerini saçlarıma götürürken. "Bu tonda bir renkle karşılaşmamıştım." Söylediği cümleye karşılık gözlerimi daha da büyütmüştüm. İçimdekileri okuyor gibiydi, sanki ben şeffaf bir nesneydim. Ve bana ait her şey onun önüne seriliydi. Bana dokunuşuyla olduğum yerden bir adım geriledim. "Dokunma bana." Hala konuşacak gücü ve cesareti bulabiliyordum. "Bırak kızı gitsin." dedi Anıl iki adam ona yaklaşırken.
"Pekala." dedi ellerini birleştirerek. "Gösteri başlasın." Anıl'ın yanına varan ilk adam bir kolundan tutup tersine doğru çevirdi. Anıl yaşadığı acıyla inlerken diğer adam da yanında belirmişti. "Her şey hazır mı Uluç?" dedi cani herif. "Hazır Demir Bey."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR VE KEHRİBAR (TAMAMLANDI)
Dla nastolatkówGecenin karanlığı ruhu gölgelediğinde geriye sadece safir mavisi gözler kaldı. Ruhunu şeytana satmış bir adam ve tutsak olduğu zindandan çıkmak için çırpınan küçük bir kızın hikayesi. Kör bir baba ve kan kanseriyle amansız mücadeleye atılan bir kar...