Bölüm şarkısı: Lucy Rose-Be Alright
Bölüm ithafı: Gözdees'e ithaf ediyorum. Her bölüm en uzun ve en güzel yorumları yaptığın için teşekkürler canısı. Kocaman seviliyorsun.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar.
Yaratan'ın insana değer biçtiği, ona bir nefeslik ömür verdiği kulları elbet bir gün ölümün ağına düşecekti. Elbet bir gün dünya işleri bitecek ve üzerinize dökülen toprak, ağıtlarla harmanlanıp sizi gözden ırak edecekti.
Peki ya bir evladın babasını öldürmesi de insanın doğasında var mıydı?
Anıl'ın elinde tuttuğu bıçağın ucunda kayıp bir ruh geziniyordu. Kendine uygun beden bulamadığı için körelen ve canavarlaşan bir ruh. Yavaş yavaş ve sinsice sevdiğim adamı korkunç bir yaratığa dönüştürmüştü.
Yeryüzünde kopan kıyamet artık hıçkırıklarıma karışmıştı. Ben, ben değildim. Ben, şimdi yerde hıçkırarak ağlayan kız değildim. Gördüklerim rafa kaldırdığım tüm düşünceleri tozların eşliğinde önüme sürmüştü. Tüm her şey sayfalarda saklıydı.
Acı.
Ölüm.
Kan.
Cinayet.
İnsan ömründe işitebileceği en korkunç kelimelerin, sevdiğim adamın babasına uyguladığı işkencede birebir etkisini görmüştüm. Zihnimde ki kelimeler ordusu korku zırhına bürünüp bu kelimelerin üzerine atılmaya başlamışlardı. Ellerim ve çenem durdurak bilmeden titrerken bir çift el beni kollarımdan yakaladı.
"Mine, iyi misin?" dedi tehlikenin sesi. Onun sesinde yatan merak duygusunu nefesinde bile hissedebiliyordum.
Titriyordum. Hem de hiç durmadan.
Demir kafasını masaya doğru kaldırdı ve açık duran laptopa baktı. Laptop bir süredir ellenmediği için ekran siyaha bürünmüştü. Ayağa kalktı ve ekranı açmak için hamlede bulundu. O sırada Boran hızla içeri girip Demir'in dikkatini başka yöne çekti.
"Neler oluyor?" dedi Boran kaşlarını çatarak. İki ara bir derede görüntüleri izleyebileceğimi düşünmemiş olmalıydı. Yerde kendimi kaybetmiş bir halde oturuyordum. Gözlerimden artık yaş gelmiyordu. Kuruyup içime içime dökülüyordu damlalar. Birer birer anılarımın üzerine düşüyorlardı.
Demir beni tutup ayağa kalkmama yardım etti. İlk iş günümde millete reklam olmuştum. Yeni gelen asistan ile başlayan cümlelere hazır değildim.
"Tutun bana." dedi kolunu uzatarak. Gözlerine bakmamla yine kendimi kaybedip ağlamaya başlamıştım.
"Benim babam Orhan Aslanoğlu." Anıl'ın haykırışı kulaklarımda uğultuya neden olurken artık alnımdaki damar atıyordu. Hızla odanın kapısına doğru koştum ve Boran'ı iterek dışarı çıktım.
"Mine!" Demir arkamdan öyle bağırmıştı ki ayaklarım bir an kendini frenlemek istese de ben engel olmuştum.
Nehir'in oturduğu sandalyeye yaklaştım ve çantamı aldım. Masaya bir anlığına çarpıp koşmaya devam ettim. Holdingteki herkes yüzüme bakıyordu. İnsanlar ne olduğu konusunda merak içindeydi. Yüzlerin hepsi aynı ifadeye sahipti. "Mine, nereye? Hey! Mine?" Nehir arkamdan seslenirken elimin tersini burnuma doğru götürdüm ve ağlamamı durdurmak istedim. Tabiki de, başarılı olamamıştım.
Dışarıda inanılmaz bir rüzgar vardı. Gündüz olmasına rağmen bulutlar siyahın hakimiyeti altına girmiş ve kararmışlardı. Ayaklarım benim sözlerimin aksine koşmaya devam ediyordu. Benliğimi bile kendim durduramıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR VE KEHRİBAR (TAMAMLANDI)
Genç KurguGecenin karanlığı ruhu gölgelediğinde geriye sadece safir mavisi gözler kaldı. Ruhunu şeytana satmış bir adam ve tutsak olduğu zindandan çıkmak için çırpınan küçük bir kızın hikayesi. Kör bir baba ve kan kanseriyle amansız mücadeleye atılan bir kar...