Bölüm 18

12.2K 677 28
                                    

Bölüm 18

Annesinin ne demek istediği üzerine, kafa yormaya vakti bile olmamıştı Tan’ın. Çevrelerini saran kalabalık, Mehir’ i bir sedyeye alarak ondan uzaklaştırırken, o, geçen her saniye mantığından biraz daha soyunuyor, keskin bir endişeyle sarmalıyordu onsuzluğun korkusuyla çıplak kalan ruhunu.

Her saniye uzuyor uzuyor, saatlerle anlam buluyordu içinde ve o, uğruna her şeyi bir kalemde silebileceği tek varlıktan hiç olmadığı kadar uzak, cam bir fanusun ardında yapayalnız kalmışçasına korku ve çaresizlikle izliyordu yapılanları.

Mehir hiç olmadığı kadar uzaktı ondan adeta.Orada, sadece birkaç adım ötesindeyken, dokunamamak , varlığını hissedemiyor olmak tüm canını alıp götürmüştü sanki bedeninden. Ondan uzak kaldığı her dakika damla damla tükenmişti genç adam. Aralarındaki görünmez bağlar, Mehir ondan uzaklaştıkça bağlandıkları bedeni kanatmış, acıtmıştı. Hiç bu kadar net hissetmemişti o bağları. Bedenin her noktasından ona uzanan incecik ipekten iplikler gibi onları ayıran görünmez duvarı aşıyor, her adımda daha da zayıflıyordu. Ve o bağları hissedemediği an onu kaybedeceğine inanıyordu için için. Onu yaşatan şeyin, o bağ olduğuna inanmıştı bir kere Tan… Nasıl o Mehirsiz var olamazsa, boş bir kabul gibi kalacaksa, Mehir’ de ondan uzakta yaşamayacaktı sanki.

Sonra yanında duran, kolunu sıkarak onu konuşmaya zorlayan doktorun sesiyle akmaya başlamıştı öfkesi bedenine. Ve tüm diğer hisleri alıp götürmüştü sanki. Acısı öfkeye kesmişti yeniden. Öfkesi damarlarında akmaya başlamıştı gürleyerek. Nefesini keserek. Dayanılmaz olanı silip atmak, onu yere yıkmak isteyen duyguya karşı çıkmak, yerini onu ayakta tutacak olana bırakmak için. Durmadan titreyen, yarı açıkgöz kapakları arasında boş bir bakışla başını sağa sola savuran Mehir’in sayıklamaları, haykırışları arasında olması gereken yerde duracağına, bir şeyler yapacağına onun yanında boş zaman harcayan doktorun, durmadan ona bir şeyler soruyor olmasıyla çıldırmıştı genç adamı.

Zavallı adam daha ne olduğunu anlayamadan yakasından tuttuğu gibi en yakın duvara yaslamıştı onu.

” Benimle konuşacağına karımı kurtar! Hala ne bekliyorsunuz! Bir şeyler yapın, kurtarın onu…” diye haykırırken artık tümüyle koparmıştı mantıkla arasındaki bağı.

Karısı can çekişirken onunla oyalanan doktorun aymazlığıyla deliliğe son adımını atmıştı artık. Ne olacağını umursamadan, sonrasını düşünmeden, onu yıkmak, Mehir’in durumunun tüm sorumluluğunu onun omuzlarına bırakmak istemişti belki de. Doktoru sarsmaya devam ederken bağırmıştı yeniden. Karışan acil, onlara doğru koşturan ayak sesleri hepsi kapkaranlık bir sisin ardında kalmıştı Tan için. Hiçbir şeyin önemi yoktu.

“Görevini yapsana ulan, buraya sohbete mi geldik, can çekişiyor karım.”derken omuzlarına yapışan eller zorlukla alabilmişti onu doktorun üzerinden. Güvenlik araya girdiğinde, onu geri sürüklemeye başladıklarında bile hala haykırıyordu adama. Güvenlik sert bir şekilde onu doktordan uzaklaştırırken sonradan isminin Halit olduğunu öğrendiği doktor, titreyen ellerinin bir hareketiyle durdurmuştu güvenlik görevlilerini.

“Tamam, arkadaşlar sakin olun, yok bir şey, ben hallederim…”demişti az önce yaşadığı şokun etkisini atmak için yutkunduktan hemen sonra. Onun hala çırpınıyor olmasına aldırmadan, elini omzuna koyarak, yüzleşmişti onun öfkesiyle. Doktorun yorgun gözleri gözlerine dikilirken ister istemez durulmuştu öfkesi. Acı akmaya başlamıştı yeniden damarlarında. Ve bir şey daha, bir boşluk, Mehir’ i kaybediyor olmanın korkusunun getirdiği, onsuz bir dünya düşüncesinin, bedenine işlediği o boşluk…

“Beyefendi, ne olduğunu anlamam için bana yardımcı olmalısınız.” demişti doktor, şaşkın, öfkeli korkmuş adama bakarken… “Nesi olduğunu anlayabilmemiz için, bu duruma neyin yol açmış olduğunu bilebilmemiz için söyleyeceğiniz her kelime yapılacak onlarca tetkikten çok daha önemli.”

Sonra hafifçe omzunu sıkarak Mehir’’in başında bir karınca kolonisi gibi uğraşıp duran kalabalığı göstermişti. “Bakın, şu anki durumu için ilk müdahaleler yapılıyor zaten. Ama tedavi için sizin söyleyecekleriniz önemli.”

Öfkenin ruhunu sımsıkı çevrelen zinciri bir anda kırılmıştı sanki. Dizlerinin bağı çözülürken, onu hareket ettiren bağlardan kurtulan bir kukla gibi yığılmıştı olduğu yere. Doktor panikle onu kaldırmak için elini uzatırken o başını ellerinin arasına alarak reddetmişti bu yardımı. Olduğu yerde bırakılmak istemişti. Acının tam ortasında…

“Bilmiyorum bilmiyorum, eve geldiğimde böyleydi zaten.”demişti başını şaşkınlıkla sallayarak.

“Yakın zamanda bir yangı geçirdi mi? Halsizliği, ateşi olmuş muydu hiç?” demişti doktor üsteleyerek.

“Birkaç gün önce nezlesi olduğunu söylüyordu, ama hafif bir şeydi, o kadar önemli olabileceğini düşünmedik hiç…”

Birden Sahranın elektronik postası gelmişti aklına yeniden.

“Annesi, aşılarını yaptırması gerektiğini söylemişti.Önemliymiş.Ama neden bilmiyorum, hiç hasta görmedim ki ben onu…”demişti çaresizlik içinde.Ve bu konuyu deşmediği, üstüne gitmediği için kendine lanet ederek. Gözlerini önünden, onu bulduğu andaki hali gelip geçerken, son nefesini verircesine iç çekmişti dayanılmaz bir acıya karşı.

“40 dereceydi ateşi, başım ağrıyor diye inliyordu sürekli. “demişti titrek, yorgun bir sesle. Sayıklarcasına… Adeta Mehir’ i içine alan kabus tarafından onun peşi sıra karanlığa sürüklercesine… Dipsiz bir uçurumun sonsuzluğunda yankılanan, kırık, kayıp harflerle… Başını kaldırmıştı sonra, içinde bir umudun yalvarmakta olduğu gözlerini dikmişti doktora.

“Onu kurtaracaksınız değil mi? Bir şey olmayacak değil mi ona ?”demişti başını arkasındaki duvara yaslamadan hemen önce. Sonra kapamıştı bir anlığına gözlerini, açtığı anda bir kabustan uyanmak, yanında onu uyanması için zorlayan, neşeli güzel okyanusları görmek için kapatmıştı…

Doktor onun kalkmasına yardımcı olurken, Tan Halit Bey’in yüzünde beliren karanlık ifadeyi fark etmemişti hiç. Onu bekleme odasındaki oturaklara yönlendirirken varlığını dolduran o özün, sevdiği kadının iyi, mutlu olduğu düşüncesinin kaybıyla bomboş kalmış, gücü kaybolmuş bir kabuk gibi takip etmişti onu.

Boşluktan gelen bir yankı gibi doktorun sesi duyulmuştu sonra yeniden “Herhangi bir ateş düşürücü verdiniz mi eşinize?” demişti sakin bir sesle.

Beyninin içindeki uyanık, tetikte bir yerler yeniden isyanla ayaklanarak “Neden doktor onun başında değil? Neden hala benimle burada oyalanıyorlar?” diye düşünürken ne kadar kızmıştı bu soruya o an.

Çok sonra anlatmıştı annesi, aslında onu sarıp sarmalayarak hastaneye getirmesinin ne kadar yanlış olduğunu. Zaten ısınmış bedenini, üşüdüğünü düşünerek ısıtmaya çalışırken, belki de ateşinin yükselmesine sebep olduğunu. Bir doktor oğlu olarak bilmesi gereken bu denli basit bir şeyi hatırlayamamanın acısını yaşamıştı bir de…

Mehir’in başına üşüşmüş görevliler üstündekileri hızla neredeyse parçalarcasına çıkarırken o sedyeden biraz ötede şaşkın, ifadesiz gözlerle izlemişti olanları. Sadece bir an genç kadını neredeyse çırılçıplak bıraktıktan sonra, üstüne ıslak bezleri sermeye başladıklarında açılmıştı zihni.

“Ne yapıyorsunuz görmüyor musunuz donuyor zaten?” diye haykırmıştı yeniden onları engellemek için Mehir’in yanına koşarken.

“Sakin olun, hastaya müdahale etmemizi engelliyorsunuz!” diye araya giren hemşireyi ittiğinde, az önceki doktorun sakin sesi bulmuştu onu yeniden.

“Bedeni çok sıcak, soğutmamız lazım.” demişti ona sakinleştirmeye çalışan bir sesle. Bu sefer sertti sesi doktorun. Ona açıklama yaparken kesin bir dille konuluyordu onunla.”Ateşini düşürmemiz lazım ve en güzel yolu bu. Kenara çekilin, bırakın işimizi yapalım.”

O sırada kolunda hissettiği güçlü bir elle geri çekildiğinde öfkeli gözleri bu kez ona dokunan adamı bulmuştu. Bir an tanıdık gelen yüzün, sabahları sık sık evden çıkarken karşılaştıkları adam olduğunu fark etmişti. Onlardan birkaç gün sonra karşı apartmana taşınırken görmüştü onu ilk defa. İçinden acaba onunda mı bir yakını hastanede diye düşünmüştü ister istemez.

Güvenlik yanına gelerek, onu bekleme odasına doğru geri gitmeye zorlarken adam da gelmişti onunla. Daha uzaktaki bir sandalyeye oturarak ilgisiz gözlerle etrafa bakınmasını izlerken biraz olsun oyalanmaya çalışmıştı bir süre. Yerinden kalkmamıştı hiç adam, kimsenin yanına gitmemişti. İçinden bir ses adamın buradaki işinin kendileri olduğunu fısıldamaya başlamıştı yavaş yavaş.



Daha hastaneye gireli yarım saat bile olmamışken takım elbiseli adamlar hastanenin acil servisine aniden doluşuverirken adamın da kalkıp hızla kalabalık grubun en başında içeri giren uzun boylu, esmer adama koşturmasını izlemişti kısık, şüpheli gözlerle. Esmer adamla ikisi aynı anda ona dönerek, yanına doğru ilerlemeye başladıklarında, şüphelerinin gerçekliği de kanıtlanmıştı. Yeni gelen adamın yanındakilerden biri acil serviste Mehir’in bulunduğu tarafa ilerlerken ne olduğunu anlamak için ayağa fırlamıştı Tan. Hızlı, sinirli adımlarla, esmer adamın yanına gitmişti. Ona yaklaştığı an adamın çevresini saran korumaları, yine esmer adamın ufak bir el hareketiyle uzaklaşarak yol açmışlardı ona.

“Kimsiniz siz?” Sonra elini az önce onunla konuşan, aylardır komşusu sandığı adama uzatmıştı öfkeyle.”Ve bu adam hangi hakla beni, karımı takip ediyor?”

“Sakin olun Tan Bey.” demişti esmer adam hafif aksanlı, yabancı olduğunu belli eden bir ses tonuyla.

“Şimdi bunları tartışmanın ne yeri ne de zamanı, Prenses Sahra Hanım’ın ricasıyla buradayız, güvenliğiniz için.

“Güvenliğimiz için mi?”diye düşünürken donakalmıştı olduğu yerde. Mehir’in şu an bulunduğu durumdan daha fazla tehlikede olabileceğini düşünememişti. Neler olduğunu anlayamamıştı Tan. Hiçbir zamanda anlayamayacaktı zaten. Hiçbir zaman, karısı kendine geldikten sonra o odada saatlerce Mehir’ le ne konuştuklarını bilmeyecekti. Sadece değiştiğini görecekti Mehir’in, o nazlı çocuksu ruhunu kaybetmemiş de olsa, aralarına bir sır girmiş olduğunun bilincinde bakacaktı onlara her zaman.

Ondan saklanan, Mehir’e ait bir sır...

Sonrasında her şey ışık hızıyla ilerlemişti neredeyse. Bir anda acilden çıkarılarak ayrı bir odaya alınmıştı Mehir. Odaya alındıktan hemen sonra “Tetkikler için kan alındı mı?” diye sormuştu sonradan adının Zahir olduğunu öğreneceği sert bakışlı, uzun boylu adam. Sesindeki, hareketlerindeki otoriteden ülkesinde önemli bir yerde olduğu anlaşılabiliyordu genç adamın. Sanki doğumundan bu yana buyurmak ona hak verilmiş gibi rahat kendinden emin bir şekilde talep ediyor ve istediğini alıyordu anında. Tek kelimesiyle hallolmuştu hemen her şey.

Sorusunu cevapladığında yanındaki adamlara Arapça olduğunu tahmin ettiği bir dille, etrafına emirler yağdırmaya başlamıştı.

Odanın kapısında koruma olduklarını tahmin ettiği birkaç adam duruyordu. Acile girdiğinde fark etmediği bir hemşire devamlı olarak yanlarındaydı. Bir süre sonra anlamaya çalışmayı bırakmıştı zaten Tan ‘da. Sadece Mehir önemliydi onun için. Sadece onun gözlerini açıp gülümsemesi, ona bakması önemliydi o anda. Sonunda titremeyi bırakmıştı Mehir. Sayıklamalarıysa durulmamıştı bir türlü. Odaya giren bir doktor uzun uzun muayene etmişti onu. Yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle Tan’a baktığında yer ayağını altıdan kaymıştı sanki. Doktor onun konuşmak için gösterdiği çabalara “İlk tahlilleri aldığımızda konuşacağız sizinle…” diye cevap vermişti sadece. Sonra Zahir’le beraber odadan çıkmıştı geride merak içinde kıvranan bir Tan bırakarak. Saatler, beklide dakikalar sonra kapı yeniden açılmıştı..Bakmamıştı bile o tarafa.

Esmer adamın, Zahir’in sesini duymuştu yeniden.

“Çok güzel…” demişti adam etkilenmiş, büyülenmiş bir sesle. “İnanılmaz… “

Öfkeyle ayağa kalkarak ona yönelen Tan’a aldırmadan yanından geçerek yatağa ilerlemişti sonra.

Tan'ın öfkeli gözleri, bilinçsiz yatan Mehir'e doğru ilerleyen adama takılı kalmıştı. Yumruk halinde sıkılı elleri genç adamın yüzünde çok yakışacağı bir noktayı bulmak isterken, ona dokunamıyor olmak delirtiyordu onu o sırada. Yine de tüm yaptıklarından sonra, düşünmeye, sakin olmaya zorluyordu kendini.

Esmer, uzun boylu adam sonunda yatağın yanında diz çökerek sesindeki hayranlığını saklama gereği duymadan "Çok halsiz görünüyor, çok halsiz ve çok güzel... " diye mırıldanmıştı hafifçe.

Ayağa kalktığında Tan’ın gözlerindeki delice bir kıskançlık kokan bakışa denk geldiğinde, bir anda onu şaşırtan sinirli kahkahalar dökülmüştü dudaklarından.
“Sakin olun Tan Bey.” demişti adam ellerini kaldırarak. “Ben Sahra Kohen’in kuzeniyim. Kan bağımız zayıf da olsa onurum kuzenimin kızına, hem de evli kızına hasta yatağında erkekçe bir hayranlık duyacak kadar zayıf değil merak etmeyin.” Dediğinde afallamıştı Tan.

“Sahra Kohen’in kuzeni mi?”

“Evet. Ben Prens Zahir. Telefonu alır almaz geldim. Sonunda Prenses bizden bir şey rica etme lütfünde bulunmuşken başka türlüsü mümkün değildi zaten.”demişti alaycı bir tebessümle. Yine de gülümsemesinde, istediği bir şeyi elde etmiş insanların o memnun ifadesini yakalayabilmişti Tan.

Zahir yanından geçerek kapıya doğru ilerlemişti rahat adımlarla. Kapıyı açmadan önce duraksamıştı bir an.

“Ne kadar garip değil mi? Prenses, Mehir Hanım’ın genetik annesi olmadığını iddia ediyor olmasına rağmen, Mehir hanımın kan örneklerine ulaşılabileceğinden şüphe duyduğu an yıllar boyunca ailesinin güttüğü nefreti bile bir kenara bırakarak bizden yardım istiyor. Üstelikte immünoloji konusunda uzman hekimlere ihtiyacımız olacağını özellikle belirterek.”

(Tıbbın bağışıklık ve farklı organizmaların bağışıklık sistemleri ile ilgilenen alt dalı. Türkçe "bağışıklık bilimi" olarak da adlandırılır. Birçok farklı konuyu kapsayan bilim dalı özellikle organizmaların bağışıklık sistemlerinin sağlıklı oldukları veya hastalıklı oldukları durumlardaki hâli ve fizyolojik işlevleri ile insanların bağışıklık sistemlerinin uygunsuz bir şekilde işlemesi sonucu oluşan immünolojik bozuklukları kapsar)

Sonra kapı kolunu bırakarak tekrar yatağa döndü hayranlık dolu gözleriyle.

“Efsane olmuş bir ailenin, son ferdi… Onun prensesin öz kız olmadığına inanmıyorum,” demişti sonra.

HIRÇIN ...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin