Bölüm 27

10.4K 685 26
                                    

Öykü, Mehir’in arkasından onun odasına giderken , içi içini yiyor olsa da gülümsemeye devam etti. Az önce şahit olduğu sahne huzursuz etmişti genç kızı. Mehir’in bütün bu süreçte ne kadar yıprandığının farkındaydı elbette. Özellikle de mahkemeden sonra, iyice sessizleşmesinin hayra alamet olmadığını da biliyordu. Ama böylesi bir patlama… Bu beklenmedik bir şeydi Öykü için yine de. Bir an tanıyamamıştı Mehir’ i. Bu denli kendini kaybettiğini görmemişti hiç. Tan her zaman öfkeliydi, biliyordu. Ama Mehir… O farklıydı. Tan’ın öfkesi bir sel taşkını gibi, yıkar, döker, geride bir harabe bırakırken; Mehir’in öfkesi engebeli bir arazideki akar su gibi olurdu , durgun , yolunda akarken bir eğimle çoşar, dağılır, kristallerini havaya saçar sonra, aniden duruluverir, hiçbir şey yokmuşçasına devam ederdi yoluna.

Genç kadın tireye devam eden ellerini saklamaya çalışarak masasının arkasına geçerken Öykü’nün dikkatli gözleri bir an olsun ayrılmıyordu ondan. Sarsak adımlarla, öfkesini, üzüntüsünü gömmeye çalışarak içeri girişini, yalpalayarak yerine oturuşunu incelemişti. Otururken dizleri tutmuyormuşçasına bir anlığına masasına tutunuşunu gördüğünde hafifçe çatıldı kaşları. Yampiri, zorlukla yüzüne oturtulan, bir maskeden farksız gülümsemesiyle telefonunu kaldırmasını, titreyen sesiyle ikisi için birer fincan kahve istemesini dinledi. Tek bir dokunuşla dağılacak gibi görünüyordu genç kız. Ve dağıldı da. Derin bir nefes alıp dehşete düşmüş bir sesle “Ben galiba hamileyim Öykü…” dedikten hemen sonra yere saçılan bir avuç darı tanesi gibi dağıldı genç kadın.

Tüm dikkati onda olmasına rağmen, Öykü bile yakalayamadı genç kadının dünyadan koptuğu, kendini kaybettiği anı. Öykü’nün, onun ne dediğini anlamaya çalışan bakışları altında, derin bir kaç nefes daha aldı önce. Eli, tıkanan boğazına kayarken birden ipinden boşalan bir kukla gibi masaya düştü.Başını iki yana salladı gözlerini kapatarak ve sonra ellerine katıldı başı da. Güçlü bir “Takkk…” sesiyle masaya vurdu düşen başı.

Öykü’yü fark ettiği an içine gömmeye çalıştığı coşkun öfkesini zapt etmeye çalıştıkça isyan etmişti bedeni Mehir’in. Elleri üzerindeki hakimiyetini kaybetmişti önce, sonra dizleri taşımamaya başlamıştı onu. Son anda, zorlukla günlerdir için,i yiyen sıkıntısı, korkusu taştı dudaklarından. Kaybolmadan önceki son saniyede, geride bıraktığı yola atılan çakıl taşları gibiydi dudaklarından dökülenler. Kulaklarını sağır eden bir uğultu, kalp çarpıntılarının tam tam davullarını bile bastırırken, o teslim olmuştu sonunda. Tüm o gürültüden, öfkeden, korkudan kaçarak gözü kapalı atlamıştı onu bekleyen uçuruma. Onu içine çeken bir girdap gibiydi karanlık ve Mehir, bir anda gömülüp kalmıştı içine.

Öykü’nün çığlığı karşı odadan koparak onun kulaklarını bulduğunda bir an şaşkınlıkla duraksadı Tan. Panikle yerinden fırlayan Fatma Hanım’ın hemen arkasından daldı Mehir’in odasına. Ve kalakaldı orada…. Bir adım atacak gücü bile kalmamıştı genç adamın. Sesler, hareketler terk etmişti sanki onu. Mehir’in titremelerle sarsılan bedenini sandalyesinden kaldırmaya çalışan Fatma Hanım ve Öykü’nün açılıp kapanan ağızlarını, gözlerindeki korkuyu görüyor, saplandığı yerden kendini koparıp gidemiyordu onlara. Bir anda kaybettiklerinin hepsi bir çığ gibi, haykırışlar ve bedenini sarsıp geçen bir korkuyla onu yeniden bulduğunda, hızla atıldı, iki kadını savurarak aldı Mehir’in üzerinden. Sert bir hareketle sandalyesini geriye çekti ve eğilerek kucağına aldı sarsılmaya devam eden ince narin bedeni.

Aklında, sadece o daireden çıkmak, arabasına varmak ve Mehir’ i en yakın sağlık merkezine ulaştırmak vardı… O yüzden asansörde Yağız ‘la karşılaştığında ve genç adam tek kelime bile etmeden asansörde kenara çekilerek ona yer açtığında bile konuşmadı Tan. Sessizliğine tutundu sıkı sıkı. Asansörden indikleri sırada Yağız, itiraz kabul etmez bir ses tonuyla “Benim arabamla gidiyoruz. Bu halde araba kullanmazsın .” dediğinde başını salladı sadece.

Şaşkınlıkla onları izleyen insanların arasından zar zor geçerken, “Ne oldu?”, “Şu en üst kattaki büronun sahipleri değil mi onlar? “, “Ay yazık…” gibi , harmanlanmış bir soru ve yorum bombardımanına tutulduğunda bile duraksamadı, genç adam.

Öykü , Fatma Hanım ve Eylül onlardan hemen sonra varmıştı küçük tıp merkezine. İçeri girdiklerinde Tan, onu sakinleştirmeye çalışan Yağız’a aldırmadan, öfkeden çıldırmış bir şekilde hızlı adımlarla koridoru arşınlıyordu. Daha içeri girer girmez Mehir’i ondan almışlardı. Güvenlik görevlisi içeri girmesine müsaade etmediğinde onu durduran Yağız’ın “Bırak adamlar işlerini yapsınlar Tan,içeri de ayak bağından başka bir şey olmayız. “ demesi olmuştu.

Yine de orada olmak istiyordu delicesine. Sadece köşede durur izlerdi, karışmazdı hiçbir şeye. Yeter ki izin versinler içeri girmesine. Yeter ki… Ama olmamıştı işte. Yağız’la birlik olmuş Nuh demiş peygamber dememişti kapıdakiler. Ne yalvarması, ne tehdit etmesi, hiçbiri, hiçbiri işe yaramamıştı. Boş bir çuval gibi köşeye atıvermişlerdi onu. İşe yaramaz bir kağıt parçası gibi. Anlamıyorlardı bir türlü, onun tek ihtiyacı Tan’ken, ayrı tutuyorlardı. Sonunda doktor dışarı çıktığında bu sefer öfkesini yeni gelenlere kusarken buldu Tan’ı.

“Mehir orada ve siz hala onları haklı buluyorsunuz öyle mi? Neymiş içeri giremez mişim… Neymiş ayak bağı olurmuşum…” derken bir an Yağız’a bakmıştı ters ters. Genç adam gözlerini deviren Öykü’ye bakarak göz kırptığında ,bu sefer de “Benim karım orada can çekişsin siz hala burada oynaşın .” diyerek patladı Tan. Bir adım vardı sadece o Yağız denen herifin boğazına dalmasına. Belki de doktorun sesini omuz başında duymamış olsaydı yapardı da. O denli dönmüştü gözü Tan’ın.

“Karınız fiziksel açıdan iyi, ancak şiddetli bir sinir krizi geçiriyor. “ dedikten sonra biraz daha aklı başında görünen diğerlerine döndü başını. “Eğer ilaç alerjisi yoksa , yada devamlı kullandığı bir ilaç yoksa onu sakinleştirerek uyutacak bir ilaç uygulamayı düşünüyorum. Bu konuda beni kim bilgilendirebilir?” dediği an, “Yok alerjisi falan, eğer iyi gelecekse niye oyalanıyorsunuz burada?” diyerek parladı Tan. Doktorun yakasına yapışmasına engel olan,koluna sıkıca yapışmış olan eli olmuştu o an. Yine alev alevdi genç adamın gözleri. Nasıl kendinden geçtiğini, o tapılası bedeninin titremeler içinde nasıl sarsıldığını görmüştü Tan. Nasıl bekleyebiliyorlardı hala? Ona biraz olsun iyi gelecekse nasıl geciktirebiliyorlardı yapılacak ilacı?

Öykü’nün araya giren sesi, “Hayır , olmaz,bebeğe zarar verebilir!” diyerek dehşetle yükseldiğinde bir an zaman durdu Tan için. Zamanın içinde takılı kalmış bomboş bir balon gibiydi o sırada beyni. Elastik duvarlarında tek bir kelimenin yankısı dönüp duruyor, duvarlara çarptıkça binlere, on binlere bölünüyordu adeta.

Tan’ın boş bakan gözlerinin gerisindeki patlamayı bekleyen volkanı fark ettiğinde “ Yani , emin değil ama, olabilirmiş…” diye ekledi Öykü çekingen bir sesle.

Hala ona bakıyordu Tan, ve susuyordu. Yutkundu genç kız hafifçe , “Yani …”

“Bakın eşiniz şiddetli bir sinir krizi geçiriyor şu an” diyerek araya girdi doktor. “ Tahmini olarak kaç aylık olduğunu biliyorsanız , ona göre yine de nispeten zararsız bile ilaç uygulamaya çalışırım. Ancak her durumda şu an ki durumunda bırakılması mümkün değil . “

Tan bir an silkindi gülümsedi ister istemez. “3. 5 ay…” diye fısıldadı, sesi kendisine bile bir hayal perdesinin ardından uzanıyordu adeta. “3 . 3ay … “diye düşündü yeniden. Gününü bile biliyordu genç adam . Ve daha da önemlisi , Mehir ilk defa bir gebeliğinde 3 ayı tamamlayabiliyordu. Bu düşünceyle birden panikle açıldı Tan’ın gözleri. Ona bakmaya devam eden doktorun koluna yapıştı sıkı sıkı .

“Daha önce 4 kez düşük yaptı Mehir. “ dedi korku dolu bir sesle. “Lütfen …” dedi sonra kısık, yalvaran bir sesle. İçinde binbir endişenin, korkunun kol gezdiği… Kelimelere dökülemeyen yalvarışların , yakarışların saklandığı sırılsıklam bir sesle. Lütfen…


………….

Mehir gözlerine hafifçe vuran ışıktan rahatsız olarak sımsıkı kapattı onları önce. Tüm vücudu tutulmuştu adeta. Tanıdık, nefret edilesi kokular burnuna doldukça yumruklarını sıktı iki yanında. Daha gözlerini açmadan elindeki o acının nedenini, nerede olduğunu biliyordu genç kadın. Hastane… Kelime bir ışık patlaması gibi çaktı gözlerinin ardında. Ve aynı anda fark etti sol elini sımsıkı tutan tenin tanıdık temasını. Bir anda açıldı gözleri . Önce bembeyaz döşeli odada dolandı bakışları. Sonra sağ elinin hemen üstünde acıyan o noktaya indi bakışları. Orada olduğunu bildiği iğneyi gördüğünde acı dolu bakışları onun ucundaki seruma yol aldı bu kez. Panikle aralandı dudakları.

“Hayır… Hayır olmaz!”

Tan’ın elinden kurtulmaya çalıştı sonra umutsuzca. O zaman çıkarabilirdi belki de bebeğini zehirleyen o iğneyi elinden. Ama bırakmıyordu Tan. Hızla ayağa kalkarak yatağın kenarına oturdu. Mehir’in her iki elini tutarak yatağa sabitledi onu sırt üstü. Genç kadının dolu gözleri Tan’ınkileri buldu bu defa. “Çıkarsınlar onu, ne olur…” diye fısıldadı korkuyla.

“ Ne olur, Tan….Söyle çıkartsınlar , ilaç vermemeleri lazım bana. “

“Mehir , sevgilim lütfen , lütfen sakin ol. “dedi Tan ellerini bırakıp yüzünü avuçlarının içine alarak .

Dimdik bakıyordu Mehir’in gözlerinin içine. Sanki hırpalanmış bedeni sükuneti Tan’ın gözlerinden alacaktı. Sanki ona gerekli olan tüm gücü bakışlarıyla aktaracaktı sevdiği kadının masmavi okyanuslarına.

“Anlamıyorsun Tan…” dedi Mehir başını şiddetle iki yana sallayarak.

Yine hareketlenmişti elleri , Tan hızla tekrar ellerini hapsetmemiş olsa yine çıkarmayı deneyecekti serumu belki de. Genç adamın onu zapt etmeye çabalayan kollarının arasında kıvranıyor, öfkeleniyor, yakarıyordu.

“Bırak , Tan… Tan ne olur, çıkarmam lazım. Bırak diyorum, anlamıyorsun… Bırak!”

“Doktor , bebeğe zarar vermeyeceğini söyledi Mehir. Aksine sen böyle yaptıkça daha çok zarar veriyorsun , yapma lütfen …” dedi Tan sonunda.

Bebeğe zarar gelmeyeceği garantisiyle birden balon gibi sönüverdi Mehir’in korkusu. Bir an duraksadı, şaşkın gözlerini genç adamınkilere dikti.

“Sen?” dedi kısık sesi sorarcasına.

Tan artık çırpınmaktan vazgeçen ellerden birini bırakarak, genç kadının yüzüne düşen bir tutamı işaret parmağının ucuyla hafifçe süpürdü kulağının arkasına doğru. Kıyamıyordu dokunmaya adeta. Parmak ucu, ılık bir baharın sabahının efsunlu, taze kokuları kadar hafif temaslarla yüzünde dolanmaya devam ederken , “Sana ilaç yapılacağını duyunca Öykü söyledi, doktor da testleri yaptırdı…” dedi gülümseyerek.

Tan’ın parmak ucunda bir yerlerde kaybetmişti Mehir sanki kendisini. “Ve?” dedi fısıltıyla.

Oysa neyi sorduğunu bile bilmiyordu belki de genç kadın. Sadece yüzünde dolaşan temasta, bakışlardaydı aklı. Bir anda buluştu gözleri . Tek bir anın heyecanı, tek bir anın tutkusu bir yangın gibi sardı bakışlarını. O anın anısını paylaştılar zihinlerinde. Tan’ın Mehir’inkini tutan eli, onu da yanına katarak yavaşça mucizenin gün ışığına çıkana kadar dinleneceği kutsal beşiğe ilerledi . Önce avucunu açmaya zorlayarak,Mehir’in elini yerleştirdi bebekleriyle onları ayıran tek bariyer olan tene. Sonra kendi kocaman eli kapandı o narin , beyaz parmakların üstüne. Adeta koruyucu bir kucaklamaydı avuçlarının dokunuşu.Bir kutlama, kutsamaydı…

Hüzünle gülümsedi sonra. “Söylememe gerek var mı Mehir? Tam olarak kaç haftalık, kaç günlük , kaç saatlik olduğunu bilmiyor musun?” dedi boğuk, karmakarışık duyguları yüklediği bir sesle.

Sesindeki karmaşada gizli o korkuyu sezmişti Mehir. Sorulamayanı, onun kulaklarına taşınmaya korkulan , gülümsemenin gölgeleri içine gizlenen o suali okumuştu. Karnının üstündeki elini çevirerek parmaklarını Tan’ın parmaklarına geçirdi.

“Hayır.” Dedi.

Haftalardır kesin olarak öğrenmeye korktuğu haberi almıştı sonunda. “3.5 ay “ diye fısıldadı o da huşu dolu bir sesle. “Ne garip…” dedi sonra. “Hiç bu kadar taşıyamamıştım ben bebeklerimi değil mi Tan?”

Acıyla kapanmıştı genç adamın gözleri, kapılarında beliren sürpriz misafiri karşılarken , diğer yandan da, acıyla yolculadıklarını anıyordu adeta.

“Son seferinde…” diye fısıldadı Mehir’in sesi hüzünle. Bir damla gözyaşı usulca süzüldü yanaklarına doğru.

Zorlukla konuşuyordu genç kadın. Titrek sesini zar zor duyuyordu Tan.

“Antalya’da beni takip eden doktor. O, bunun 4. düşük olduğunu duyunca, bazı…bazı testler yapmak istemişti… Sonuçların hepsi… Yani hepsinin tam olarak alınması, biraz, …zaman aldı tabi… Anti… Anti bir şeydi ama… Ah ever Antifosfolipid Sendrom diye bir hastalık. Bağışıklık sistemiyle ilgili. “

Birden kırk bir kahkaha fırladı dudaklarından. “Önlenebilir düşüklermiş düşünsene. Tedavisiz bebeğini canlı doğurma ihtimali yüzde ellinin altındayken tedaviyle bu yüzde yetmişlere çıkıyormuş. “

Gözlerini kapadı sımsıkı . “Bu sefer düşük olmayacak, eminim… İnanıyorum.” dedi sonra Tan’ın elini sıkarak.

Bir umut… Yine de korkuyordu Tan, Yaşanmış onca acıdan sonra … Mehir’i defalarca o uçurumun dibine yuvarlanmış, parçalanan ruhuyla ağlarken izledikten sonra. Birden bir şeyler tıkadı sanki nefesinin yolunu. Mehir… Bunu bildiği halde, onun bebeğini, birlikte yarattıkları mucizeyi taşıdığını bildiği halde hayatından çıkmayı düşünemezdi artık . Heyecanla avuçlarını içine aldı o güzel yüzü yeniden.

“Mehir… Biz… Biz boşanamayız, bir bebeğimiz olacakken bunu yapamayız, anlıyor musun?” diye fısıldadı hevesli, mutlu bir sesle.

HIRÇIN ...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin