Bölüm 14

15.4K 872 22
                                    


Bölüm 14

Tan sözlerini bitirdiğinde sıkıca sarıldı kolları arasındaki genç kadına. Bedeninin bir parçasına yeniden kavuşmak gibiydi aylardan sonra ona böylesine huzurla sarılmak. Yüreği titriyordu sanki. Yanındaydı işte Mehir. Gidecekti belki, ama o saniyede sadece o an vardı. Doyasıya yaşanacak tek bir an… Kısa bir ara olacaktı bütün bu ayrılık süreci. Onu tekrar kazanmak için uğraşacağı, Mehir’n tadını bilmediği, ona yaşaması için fırsat vermediği bütün o tatlı flört dönemini yaşayacakları kısa bir ara. Öyle düşünmek istiyordu Tan.Sevdiği, taptığı kadın, orada, kollarının arasında başka bir yerde olmayı hiç dilememiş gibi dururken, sevildiğini hiç bu kadar güçlü hissetmediğini fark ediyordu Tan.

Seviyordu onu Mehir ve buna rağmen ondan vazgeçmeye bu kadar kati kara verecek kadar yıpranmıştı sevdiği kadın. Bunu ona kendisinin yapmış olduğunu düşündükçe canı yanıyordu. Bu nedenle serbest bırakacaktı onu. Sonunda, onu tekrar kazandığında, Mehir’in kendi kararıyla, isteğiyle döndüğünü bilerek geri alacaktı onu hayatına. Onu korku içinde titrerken gördüğünde, ona bunu borçlu olduğunu fark etmişti genç adam. Ona gençliğini, hayatını, özgürlüğünü borçluydu. Canı yansa da, onsuz nefessiz kalacağını bilse de yapacaktı bunu.

Onun iç çekmelerle bölünen hüzünlü nefes alışverişini dinlerken, sessizlik içinde ne kadar kaldıklarını bilmiyordu. Sonunda Mehir’in olduğu yerde hafifçe kıpırdanmaya başlamasıyla başını onun omzundan kaldırarak, genç kadını saran kollarını gevşetti.

“Ne oldu Mehir?” diye sordu yorgun bir sesle.

Sabahtan bu yana yaşananlar, ikisinin de tüm gücünü alıp tüketmişti adeta. Nefes almak bile zorluyordu, onun kokusunun tatlı esansıyla içine çektiği için yaşamdı o an hava.

“Her şeyi daha da zorlaştırıyoruz Tan…” dedi genç kadının tükenmiş sesi.

Hafifçe genç adama doğru döndü. “Böyle …”dedi, devamını getiremedi yine de…

Başını onun göğsüne bıraktı yeniden. Oysa doğrulmak, onun teninden, bedeninden kopmak için hareketlenmemiş miydi ? Ama Tan’ın beline hafifçe bir dokunuşu bile geri çekmişti onu.

Tan bir kolunu omzuna sarmış diğer eliyle sakinleştirmek istercesine sırtını okşaya başlamıştı, farkında bile olmadan mırıldanarak iyice yerleşti onun kolları arasına. İçini çekti yeniden. Ondan kopmaya çalıştığı esnada bile teni huzur verirken, bunu yapmak için gereksinim duyduğu o kuvveti bile hala onun bedeninde ararken ne yapacağını bilemiyordu Mehir.

“Bu gün iyi bir fikir mi sence? Birbirimizi daha da üzmüyor muyuz? Daha da zorlaştırmıyor muyuz ?” dedi sonra kadere teslim olmuşçasına. İtiraz edişindeki ses tonu bile anlamsızlığını bildiğini açıkça ortaya seriyordu aslında.

Bir yanı kendini kök salmak için çıldırdığı kollardan koparmak isterken, diğer yanının orada kalmak, hiç ayrılmamak için savaşıyor olması yoruyordu genç kadını. Bu şekilde koyun koyuna geçen her anın, ikisini kaçınılmaz bir şekilde yaklaştıracağının, ayrılık zamanını daha da zorlaştıracağının farkındaydı Mehir.

Ayrılık… Ne zor almıştı bu kararı genç kadın ve sonrasında yaşamını yeniden kurabilmek için ne çok alması ne çok çalışması gerekmişti. Ama geçen sekiz ayın sonunda, işte burada, yan yanaydılar ve her saniye direncini kırıyordu sanki. Sabah kendini onun kollarında nasıl kaybettiğini hatırladığında bedenini saran alevi söndürmek için çabalayarak doğrulmaya çalıştı olduğu yerde. Cevap vermemişti Tan. Sanki onun cılız itirazlarını duymamış gibi içini gıcıklayan, bedenini tekrar ona teslim olmaya, onun sıcaklığında erimeye çağıran dokunuşlarla ellerini saçlarında, boynunda sırtında gezdiriyordu.

Zorlukla uzaklaşarak ondan sıyrıldı sonunda. Sırtını kanepeye yaslayarak başını geri atıp, gözlerini kapattı. Sakinleşmek için uğraşırken, onunda oturduğunu fark etmişti. Olduğu yerde yan dönerek bacaklarını altına çekti. Gözlerini ona dikti uysalca. Genç adamın sımsıkı kapadığı dudaklarında, ileride bir noktaya dikilmiş kararlı gözlerinde dolaştırdı bakışlarını. Ne çok istemişti onun kendisine güvenmesini. Sadece Mehir olduğu için, kendisi olduğu için Tan’ın onu sevmesini, saygı duymasını ne çok istemişti. Ama olmamıştı işte, başaramamıştı. Derin bir nefes alarak elini genç adamın omzuna koydu.

“ Tan …” diye seslendi ona dikkatini çekmek için.

Tan yüzündeki kararlı, sakin ifadeyi hiç bozmadan ona döndü. Bir an için gözleri birinde takılı kalmıştı. Ilık bir akşam rüzgârında sahillerini okşarcasına döven mavi sulardı Mehir, onun serin sularında ıslanan, suya hayata doyan kıyılardı Tan. Ayrı kalamayacak, iç içe geçmiş…

Elini uzatarak yavaşa okşadı genç kadını yanaklarını. Gülümsedi ona cesaret vermek istercesine.

“Anlatsana neden Ankara’ya taşınmaya karar verdin Mehir?” diye sordu usulca.

Avuçlarının arasındaki, her an öfkeye teslim olmak üzere olan şahini, ürkütmemek için çabalayan avcı gibiydi genç adamın sesi. Onu sesinin tınıları arasına gizlediği tatlı sözler, mırıltılarla kandırmaya çalışıyor, öfkesini ehlileştirmeye çalışıyordu adeta.

Mehir kırgın, hırçın bakışlı mavilerini dikti onun gözlerine. Dudakları hafifçe gerilirken, inatçı çenesi yukarı doğru kalktı. Ayakta olsa o küçük ellerin öfkeyle beline gideceğini, o küçük işaret parmağının huysuzca, burnunun hemen önünde salınacağını biliyordu Tan. Onun parlamak üzere olan inadına aldırmadan gülümsedi genç adam.

Mehir “Bunu konuşmak iyi bir fikir mi Tan?”diye sorduğunda genç adam gülümseyerek baktı ona.

“Konuşmak zorunda olduğumuza göre… “ diyerek omzunu silkti umursamazca.

Sanki birkaç saat önce bu da nereden çıktı diye parlayan kendisi değildi… Mehir’in gözleri hayretle açıldı bir an, hemen ardından irileşen ateş maviler, şüpheyle kısılan gözkapaklarının ardına saklandı yarı yarıya. Dalga mı geçiyordu kendisiyle? Bir an anlar gibi oldu. Korkmuştu Tan, onu o hale gördüğü andan beri öfkesini perdeliyor, diken üstünde yürürcesine dikkatle yaklaşıyordu kendisine. O zaman…

Derin bir nefes aldı genç kadın mademki eninde sonunda konuşulacaktı. Bu konuşmanın Tan sinirlerine hâkimken yapılması daha iyi değil miydi? Nereye kadar kaçabilirdi ki? Omuzlarını dikleştirerek baktı ona. Medya n okurcasına. Yinede bir göz kapıdaydı genç kadının o sinirlendiği an kaçabilmek için açık kapı bırakıyordu kendi kendine.
“Tamam. Peki…” dedi arenaya çıkan bir gladyatörün cesaretiyle. Derin bir nefes aldı yeniden.

“Üniversite için…” dedi sonunda.

Tan şaşkınlıkla duraksadı bir an. Üniversite için mi?

“Ama annem puanının İstanbul Tekniği tuttuğunu söylemişti Mehir.” dedi şaşkın, çekingen bir ses tonuyla.

İtiraz etmediğini, sadece nedenini anlamaya çalıştığını fark etmesini istiyordu. Sonuçta kendi kararını vermişti nasıl olsa. Mehir Ankara’da yeni bir yaşam kurmak istiyorsa, o da yaşamını onun çevresinde, onun yakınlarında olduğunu bilerek kuracaktı zaten. Sadece merak etmişti. Çılgınca, ümit ve beklenti dolu bir merak sarmalıyordu beyninin kıvrımlarını. Belki de geçerli, mutlak bir sebep arıyordu. Kim bilir…

Gidişinin nedenleri arasında ondan uzaklaşmak olmadığını duymak istiyordu Tan. Onun peşinden gittiğinde onu daha fazla üzmüş olmamak istiyordu. Ondan uzaklaşmak için çırpınırken yanında olmasının daha fazla uzaklaştıracağını fısıldıyordu ona içindeki huzursuz edici, aksi ses…

“Üniversite için Ankara’ya taşınman gerekmiyor ki. O puanla istediğin yeri yazabilirsin .”

Elinde olmadan gururla, övünerek çıkmıştı sesi son cümlesinde. Gülümsedi hafifçe. İnternetten onun puanına baktığında hissettiği gururu hatırlamıştı. Ekran açılıncaya dek kalbini zorlayan çarpıntıların, puan belirdiği an zafer naralarına döndüğü o an geçmişti aklından.

Sevincinden yerinden zıplayarak hemen yanında oturan subaya sarılmıştı aniden. Neye uğradığını anlayamayan adamın omzunun üstünden bakıp , “Ooo, kimin puanı bu? Epey de yüksek almış. “diye sorması üzerine “Benim karım o… Benim Mehir’ im. ” deyişini hatırlamıştı puanından bahsederken. Onunla ayrı olduklarını, Mehir’in onun sesini bile duymayı reddettiğini bile unutmuştu o sırada.

Mehir onun yüzündeki ifadeyi anlamaya çalışarak bir süre ona baktıktan sonra sessizliğin uzamasından duyduğu rahatsızlıkla boğazını temizledi hafifçe. İşte şimdi başlayacaktı. Bunu onunla nasıl konuşacağını çok düşünmüştü bu kararı alırken. Nasıl anlatacağını. Tan’ın nasıl karşılayacağını… Güç almak istercesine havayla doldurdu ciğerlerini.

“Evet ama… Ama Ankara Hukuk’u da tutuyor puanım” dedi sonunda. Gözleri tepkisini ölçercesine Tan’ dikilmişti.

Genç adamın şaşkınlıkla yutkunmasını, o sakin görünüşlü perdenin yırtılıp, ne düşüneceğini bilemeyen, ne diyeceğini şaşıran bir sahneyi ortaya koymasını izledi takip eden birkaç saniye boyunca. Sonunda acıyla dolu, hırıltılı bir soluğa karışan cevabını duydu.

“Ankara hukuk mu?”

Tan şaşkınlıkla bakıyordu Mehir' e. "Ama nerden çıktı şimdi bu anlamadım Mehir."dedi sonunda.

Kalbinin tam orta yerinde Mehir’in geride bıraktığını sandığı hayallerine ait kalıntıların yavaş yavaş yeniden ayaklanmasının acılı sürecini an be an yaşıyordu sanki. Ve o unutulduğunu sandığı hayaller yeniden yerlerini alırken, onları çevreleyen ikisinin hayatlarını ayıran çitlerin dikenli telleri damarlarını yırtıp geçiyor, kuleler yükselirken geride bıraktıkları tozlu geçmiş ciğerlerini tıkıyordu adeta. Oysa vazgeçtiğini, verdiği kararlarla mutlu olduğunu sanmıştı Mehir’in. Yanılmıştı demek…

Ve onun, düşündüklerini onaylarcasına "Hep hayalimdi, biliyorsun."dediğini duydu.

Hayal kırıklığı ve acının pişmanlıkla harmanlandığı sesi, kendi kendine söylenircesine süzüldü dudaklarının arasından.

"Ben işini sevdiğini düşünürdüm hep, zevkle çalıştığını düşünürdüm."diye mırıldandı genç adam.

Mehir onun neler düşündüğünün bilincinde, çaresizce başını salladı. Biliyordu, kendini suçlayacaktı Tan. Anlamayacaktı onu dinlemeyecekti. Bacaklarını yeniden koltuktan sallandırarak arkasına yaslandı.

"İşimi seviyorum, ama hayalim değildi. Asla olmamıştı."dedi fısıltıyla.

Elleri kucağında birleşmiş tedirgin bir şekilde parmaklarıyla oynuyordu. Suç işlemiş küçük bir çocuk gibiydi başını önüne eğmiş görüntüsü.


Tan bir süre sessizce onu izledikten sonra, dönerek, başını öne eğerken içinde büyümeye başlayan hayal kırıklığı ve acıyla savaşıyordu bir yandan da.

"Yıllardır hiç bahsetmedin bundan bana.” Dedi kırık bir sesle.

4 senedir, gecesini gündüzünü, hatta rüyalarını bile paylaştığı kadının, hayalini içine gömerek ondan sakladığını düşünmek canını yakıyordu. Kendine ait topraklarda kurulmuş, bilinmez bir krallık gibiydi sanki Mehir’in ondan gizlediği arzuları. Dışlanmıştı Tan. Demek içini dökecek kadar, hayallerini onunla paylaşacak kadar güvenmemişti ona karısı. İçinde kalanları anlatamamıştı ona.

“ Bilmiyordum. Hala düşündüğünü tahmin etmemiştim hiç. Benim yüzümden…"diye mırıldandı yavaşça.


Evlendikten iki hafta sonra açıklanmıştı Mehir’in üniversite sınav sonuçları. Güzel karısının saatlerce omzunda nasıl ağladığını bugün gibi hatırlıyordu genç adam. Son senede dersleri sermesinin, kendini gezmeye kaptırmasının sonucu ekranda dururken, dakikalarca konuşamamıştı önce.

Sonunda ilk şok atlatıldığında “Bir daha hazırlanırsın… Üzme kendini.” demişti ona Tan.

Mehir’in puanın hep hayal ettiği Hukuk fakültelerinden birini tutturmasının imkânsızlığı gün gibi açıkken, söyleyecek başka bir şey olmamıştı zaten. İstememişti Mehir. Kabul etmemişti o zaman. Puanının İstanbul’daki fakültelerinin çoğunun Peyzaj Bölümünü tutuğunu görünce, bir anda rotasını oraya çevirmişti. Heyecanlı sesiyle, onun kucağına uzanıp, geceler boyu beraber nasıl çalışacaklarını anlattığını hatırlayabiliyordu hala.

Işıl ışıl gözlerle “Bir büromuz olur Tan.” derdi anlatırken.

Bürolarını nasıl döşeyeceklerinin, beraber neler yapacaklarının hayalini kurmaya başlamıştı hızla. Ve olmuştu… Peyzaj bölümünü bitirmişti Mehir, istedikleri gibi beraber çalışmışlardı, bir büroları olmuştu. Hatta genç adamın, başlarda kahkahalarla güldüğü girişe yapma havuz koyma düşüncesini bile ne yapıp edip kabul ettirmişti Tan’a.

“En mantıklısı bu Tan .”demişti sevimli bir kredi gibi mırıldanarak, kollarında mutluluk içinde uzanırken.

O zaman için en mantıklısı oydu gerçekten de. Öylesine heyecanlı görünüyordu ki Mehir, Tan da onun asıl hayalini unutuvermişti onu neşesi içinde. Üstelik ailelerin evliliklerine verdikleri tepkiden sonra kapıyı çarpıp gitmelerinin üzerine, onlardan yardım alamayacaklarını da biliyordu Tan.

Mirza sert bakışlarını ona dikip öfkeyle “Kızıma nasıl bakacaksın peki oğlum? Daha kendini geçindiremiyorsun.”dediğinde başını gururla kaldırmış “Ben karıma bakmanın bir yolunu bulurum.” demişti bir kere.

Bulmuştu da. Daha önce hiç sarılmadığı kadar hırsla sarılmıştı sınavlarına, gece gündüz çalışmıştı genç adam. O sabahlara kadar ders çalışırken Mehir bir kitap alıp tekli kanepeye kıvrılır eşlik ederdi ona. Arada başını kaldırdığında onun sevgi dolu gözlerinin kendisine dikili olduğunu görürdü. Kimi zaman uyuyakalırdı kanepede kaç gece onu kollarında yatağa taşımıştı. Kaç kere “Hadi yeter artık Tan çok yoruldun. En azından bir şeyler ye…” diyerek onu mutfağa sürüklemişti Mehir. Ve Bir ya da iki dersi bırakması kesin görünürken hepsini verip mezun olmuştu genç adam.

Güç vermişti sanki genç kadının varlığı ona. Ve daha önce staj yaptığı firmaya girmişti maaşı düşük olmasına rağmen, daha küçük bir eve taşınmışlardı. Sıkıntı çekmişlerdi ama başarmışlardı. Şimdi görüyordu yapılacak tek şeyi yapıp, o şartlarda feda etmişti kendini Mehir. Ona sezdirmeden, gerçek istediğinin bu olduğunu düşündürterek feda etmişti kendini.

Bu düşünce birden çarpmıştı Tan’ı.

“Kendini feda ettin.” dedi başını sallayarak. Sonunda dirseklerini dizlerine dayayarak avuçlarını alnına dayadı. Göğsü sıkışıyordu sanki. Mehir onun sesindeki hüzünle, aniden yerinden kalkarak Tan’ın önünde diz çöktü. Yüzünü avuçları arasına alarak kendine bakmaya zorladı genç adamı.

"Ben, kendini suçlamanı istememiştim Tan. Bunu yapacağını biliyordum. Yapma ne olur öyle durma…” dedi titreyen bir sesle. “Ne olur.” diye yalvardı sonra. Tan’ın kocaman elini alarak yanağına bastırdı başını eğdi hafifçe çenesini okşamaya başlayan parmaklara doğru iyice yaslandı.

”Üzülme, sen üzülünce canım yanıyor…”dedi sessizce, duyulur duyulmaz bir sesle.

"Ama şimdi bunun önemi kalmadı yani öyle mi Mehir? İstediğim kadar suçlayabilirim kendimi."dedi Tan acı bir sesle.”Nasılsa hayatından çıkıp gidiyorum değil mi …”dedi sonra.

Mehir panikle başını sallamaya başladı Tan’ın çekmeye çalıştığı eline daha da sıkı sarıldı son gücüyle.

“Anlamıyorsun Tan, anlamayacağını biliyordum. “ dedi hayal kırıklığıyla.

Duraksadı genç adam.

“Anlat o zaman.” Dedi ona bakarak.”Anlamamı sağla Mehir, neden şimdi bu kararı aldığını anlamamı sağla, neden iki yıl önce değil, neden durumumuz düzeldiğinde değil, neden şimdi?”

Genç kadının yaşlarla dolu gözlerini kaçırmaya çalışmasına izin vermeden diğer elini de uzatarak kavradı genç kadının yüzünü.

“Anlat Mehir. Lütfen…”

“Çünkü ben Mehir olmak istiyorum Tan. Sahra ve Mirza’nın kızı, Asel Kohen’in torunu, Mirza senin karın olmanın dışında, Mehir olmak istiyorum. Başka bir şey olamadım Tan. Anne bile olamadım. En azından kendi kimliğim olsun istiyorum. Hayalimin peşinden gitmek istiyorum.”

HIRÇIN ...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin