En son hatırladığım şey kolumun ağrısına dayanamayışım ve sertçe yere düşüşümdü, gerisi yoktu bende. Şimdi ise, hastane yatağımda oturmuş etrafımda olan aileme bakıyordum. Hepimiz susuyorduk. Normal bir zaman olsaydı ne Jungkook ne de Jimin susardı... Bakışlarımı anneme çevirip tam gözlerinin içine baktım. Halsiz duruyordu. Belliydi son olanların annemi yorduğu, belliydi çünkü beni de yormuştu.
"Hyung..."
Jungkook konuştuğunda ona döndüm. Evde acı içinde kıvranırken Rose'un dediklerini düşünmeye yeterli zamanım olmuştu, belki onları affettiğimde onlara bir yanım hep kırgın kalacaktı ama artık affetmeliydim onları.
"Efendim Jungkook?"
"Biraz konuşalım mı?"
"Hımm," diyerek dizlerime yaslı olan başımı kaldırdım. Belli ki onlar da bu halimizden sıkılmıştı.
"Anne, Yoon Ji ile dışarıda bekleyebilir misiniz?"
Annem onaylar biçimde başını sallayıp Yoon Ji ile beraber odadan çıkarak üçümüzü odada yalnız bıraktı. Konuşmayı ben başlatmayacaktım, bundan emindim. Zaten birkaç dakika sonra da Jungkook'un konuşması bu tahminimde yanılmadığını kanıtlıyordu.
"Özür dileriz hyung. Senden babanın intihar ettiğini saklamamalıydık, hatalıydık," derken sesi fazla duyulmuyordu. Belki utancından, belki üzüntüsünden...
"Senden, bizden bir şey saklamamanı istedik ama en büyük hatayı biz senden babanın intihar ettiğini saklayarak yaptık. Belki bunun telafisi yok. Ama inan bana dostluğumuzun temeli yıkılmak üzere, eğer biz bu şekilde yıkmaya devam edersek tamamen dağılacağız hyung. Bizi hemen affet demiyorum ama bizden uzaklaşma artık. Seni odada bulamayınca ne kadar endişelendiğimizden haberin var mı? Bitirelim artık bunu. Eskisi gibi olmaya çalışalım."
Jimin söylediklerinde haklıydı, farkındaydım her şeyin. Dağılıyorduk. Başımı yeniden dizlerime yaslayarak gözlerimi kapattım. Biraz düşünmeliydim bundan sonra ne olacaktı, nasıl eskisi gibi olacaktık?
"Hyung."
Aradan ne kadar geçmişti hiçbir fikrim yoktu, belki on dakika belki de yarım saat. Bu süre zarfında üçümüzde konuşmamıştık. Ama bana seslenen Jungkook, sanırım artık bir cevap istiyordu.
"Tamam," dedim. "Sizi affedeceğim ama eskisi gibi olmamız için dostluğumuzun zamana ihtiyacı var. Bu süre zarfında sizi kırabilirim, üzebilir veya tersleyebilirim. Bunları baştan söylüyorum size."
"Cidden mi?"
Çocuk gibi sevinen Jimin'e dönerek başımı olumlu manada salladım gülümserken.
"Çak beşlik Jimin hyung."
Üstümdeki ağırlıktan biraz kurtulmak rahatlamamı sağlamıştı. Belki de her şeyden çok buna ihtiyacım vardı ama farkında değildim. Rose bana tartışmasız iyi geliyordu, çoğu şeyi görmemde onun yardımı vardı. İlişkimiz benim yardım etmemle başlamıştı ama Rose'un yardımlarıyla sahteyken gerçeğe dönüşmüştü. Bu kadar kısa sürede ona tutulmam benim için bir ilkti.
Hâlâ gülmeye devam eden Jimin ve Jungkook'a baktım. Henüz onlara Rose'u sevdiğimi söylemeyecektim. En azından güvenimi yeniden kazandıkları zamana dek.
-----------
Hastaneden çıkalı iki gün oluyordu. Ben de evde oturmuş gazeteden iş ilanlarına bakıyordum. Yarı zamanlı bir iş bulmalıydım, bana verilen iki haftadan çoktan beş gün geçmişti bile. O parayı nasıl kazanacaktım ki? İmkanı yok gibi bir şeydi.
Odamın kapısı açıldığında annem başını içeriye doğru uzatıp ne yaptığıma baktı. Ardından tamamen içeriye girerek kapıyı kapattı.
"Hâlâ iş mi bakıyorsun Yoongi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Haptofobi
FanfictionKüçük umutlar besledim içimde, sonra fark ettim ki ben umutlarıma sığındıkça onlar benden kaçıyormuş. Ben kazandım sanıyorken kaybediyormuşum. • Haptofobi: İnsanların, kendisine dokunmasından korkmak.