Hayat bazen bize en güzel ve en can alıcı hediyelerini sunardı. Bazense kimsenin aklına gelmeyecek derecede berbat olan hediyelerini büyük bir zevkle, özenle süslenmiş ve en güzel hediyelerin süsleniş biçimlerinden daha da güzel bir şekilde süslenmiş olarak kapının önüne koyar ve zile bastıktan birkaç salise sonra ortadan kaybolurdu. Böyle zamanlarda güzelce süslenmiş hediye paketi yüzünden iyi ve hoş bir hediye aldığımızı düşünürdük. Ben de hayatın bana sunduğu kötü hediyeye bodoslama dalmaktan çekinmemiş ve tabiri caizse balıklama atlamıştım. Şimdi ise nasıl başa çıkmam gerektiğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu ama bildiğim tek şey şuydu: Bana iyi gelen birkaç insan çevremde olduğu sürece daha kolay başa çıkabilecektim her şeyle.
"Yoongi hyung?"
Jimin'in soru sorar gibi çıkan sesiyle daldığım derin düşüncelerimin içinden çıkarak cips reyonunun önünde dikilen arkadaşlarıma, kız kardeşime ve sevgilime baktım. Dördü de farklı bir marka cipse bakıyordu.
"Öyle bakacağınıza alsanıza istediğinizi. Bugün rahatça eğleneceğiz."
Hepsi yüzlerindeki mutlu ifadeyle istedikleri cipsleri aldılar ve benim ittiğim alışveriş arabasının içine attılar.
"Abi," büyük bir hevesle konuştu Yoon Ji.
"Efendim abicim?"
Bugün biraz iyi bir ruh halinde olduğumu düşünüyordum o yüzden her zamanki soğuk halimden birazını kaybetmiş olabilirdim.
"Market arabasının içine oturabilir miyim?"
"Çocuk musun sen Yoon Ji?"
Yoon Ji başını onaylar biçimde salladığında hafifçe gülerek arabayı işaret ettim. Anında yanıma gelmişti. Hafif olan bedenini tutup havaya kaldırdım ve arabanın içine bıraktım. Yoon Ji genellikle okul eteğinin altına eşofman giymeyi tercih eden tiplerdendi. O yüzden sorun etmedim. Abi olmak gerçekten zordu. Küçük kardeşinizin tüm sorumluluğu sizin elinize kalıyordu. Herhangi bir şey gelse başına sizin canınız yanıyordu ilk önce. Gerekirse Yoon Ji için canımı bile ortaya koyabilirdim.
"İyi mi böyle?" diye sordum.
Yoon Ji beni onaylayarak, "İçecek bölümüne sür abi," dedi. Yoon Ji'nin dediğine uyarak içecek bölümüne sürdüm. Yoon Ji'nin biraz kendini toparlayabilmesi için moralinin yüksek olması gerekiyordu ve benim kız kardeşim için yapamayacağım şey yoktu.
Arkada Jungkook ve Jimin ile yalnız kalan Rose'a baktığımda Jungkook'un bir sürü soru sorduğunu fark etmem pek de uzun sürmedi. Büyük ihtimalle kaç kez öpüştüğümüzü soruyor olmalıydı ki bunu ben bile dile getirirken hafiften utanıyordum. Rose'un utanmaması tuhaf kaçardı bu durumda. Alışveriş arabasını durdurup Rose'a seslendim yanıma gelmesi için. Yanıma geldiğinde Jungkook'a dönüp, "Evde hesaplaşacağız," dedim dudaklarımı oynatarak.
"Sen annene haber verdin mi Rose? Ya da Hoseok'a. İstersen Hoseok ve sevgilisini de çağır, onlar da gelir. Hem bu sayede kardeşinle biraz daha yakınlaşmış olurum."
"Gerçekten mi?"
Rose'a dönüp onaylar biçimde başımı salladım.
"Abi, kendimi böyle ikinizin çocuğu gibi hissettim."
Yoon Ji'nin cümlesi Rose ile aramda tuhaf bir atmosferin oluşmasına sebep oldu.
"B-ben Hoseok'u arayayım en iyisi."
Rose yanımdan birkaç adım uzaklaştığı sırada Yoon Ji'ye dönüp hangi içeceklerden istediğini sordum. Aslında bugün de ders çalışmam gerekiyordu, açığım vardı ve bir an önce kapatmalıydım ama bugün kendime izin vermiştim ve kimsenin kalbi kırılsın istemiyordum. Benimki zaten yeterince paramparça olmuştu. Başkasının da kalbinin benimkiyle aynı durumu paylaşmasına gerek yoktu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Haptofobi
FanfictionKüçük umutlar besledim içimde, sonra fark ettim ki ben umutlarıma sığındıkça onlar benden kaçıyormuş. Ben kazandım sanıyorken kaybediyormuşum. • Haptofobi: İnsanların, kendisine dokunmasından korkmak.