25. Bölüm

567 64 48
                                    

Rose

"Hey," dedim gözleri kapalı Yoongi'ye bakarken. Hastaneye geldiği günden bu yana neredeyse üç hafta geçmişti ama Yoongi uyanmıyordu. Onu çok özlemiştim, özlemiştik. Ama yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu ve sadece Yoongi'nin uyanmasını bekliyorduk. Bazen diyordum onun yerinde ben olsaydım belki her şey daha iyi olurdu. En azından canı yanmazdı, üzülmezdi. O depoda tam olarak ne olmuştu bilmiyordum ama iyi şeyler olmadığını anlamamak için aptaldan daha fazlası olmak gerekiyordu. İyi şeyler olmamıştı ve bunun Yoongi'yi nasıl etkilediğini bilmiyorduk. Uyandığı zaman hiçbir şey eskisi olmayacaktı. Buna emindim. Yoon Ji'nin dediğine göre Yoongi orada Hyun Woo'yu boynundan vurmuştu. Kurtulmak için de olsa birini vurmak çok ayrı bir şeydi. Psikolojiyi iyi etkilemeyeceği kesindi, uyandığında karşımızda bambaşka bir Yoongi bulacaktık ama sorun değildi. Uyanması yeterdi. İyi olması için elimizden gelen her şeyi yapacağım, yapacağız.

"Özledim seni."

Odadaki vazoya koyduğumuz güllere baktım öylesine. Olayı duyan öğretmenlerimiz hastaneye Yoongi'yi ziyarete gelmişlerdi, gerçi sınıf arkadaşları da gelmişti. Kimya öğretmenimiz Bay Lee'yi ilk defa o kadar üzgün görmüştüm.

Güllere bakmayı kesip Yoongi'nin sol tarafındaki boşluğa oturarak beyaz spor ayakkabılarımı çıkarıp biraz kenara iteledim. Yoongi'nin sıcaklığına sarılıp uyumak hayallerim arasındaydı. Ama bu şekilde değil. Şimdi sıcaklığı kucaklamıyordu bedenimi. Üşüyordum ve Yoongi'den başkası beni ısıtamazdı. Okuldan çıktığım gibi soluğu hastanede alıyordum. Onu okulda teneffüslerde izlemeye o kadar alışmıştım ki şimdi teneffüs aralarında nadiren küçük kahkahalar atan Yoongi'yi görememek canımı yakıyordu.

Kıvrılıp başımı Yoongi'nin göğsüne yasladım. Kalp atışlarını dinleyip huzur bulmak istiyordum. Tek tesellim kalbinin atıyor oluşuydu. Gitmemişti benden ama gelmemişti de. Araftaydı sanki. Bir an önce gelmesini istesem çok mu olurdum?

Sol elimi Yoongi'nin yüzüne çıkardım, artık oksijen maskesi kullanması gerekmiyordu, tek başına nefes alabiliyordu ama bazenleri bunu tek başına yapamadığını görmüştüm. Derin bir uykuda olsa bile bedeni zorlanıyordu. Yaraları biraz iyileşmişti, mesela elindeki sargı çıkmıştı ve ama tam avucunun ortasında kocaman bir iz kalmıştı. Bazen yara izini öpüyordum hafifçe, acır diye korkuyordum çünkü. Canını acıtmak istediğim son şey bile değildi.

"Ne zaman geri geleceksin?"

Sorduğum soruya aldığım tek cevap sessizlikti. Zaten başka ne olabilirdi ki? Yine de duyduğum nefes alış sesleri bile yeterliydi benim için.

"Seni seviyorum," deyip sol kolumu Yoongi'nin bedenine sardım. Okula gidene kadar burada kalsam da sorun olmazdı.

-------------

Jimin

"Jungkook," diye seslendim dalgın görünen Jungkook'a. Neden dalgın olduğunu gayet iyi biliyordum. Okul Yoongi hyung olmadan çok boştu. Biz Yoongi hyungun varlığına o kadar çok alışmıştık ki böyle birden gidişi acıtmıştı. Gitti diyorduk çünkü umudumuz yoktu uyanacağına karşı. Depodaki halini gördükten sonra nasıl umut edebilirdik?

"Jungkook," dedim tekrardan.

"Efendim hyung?"

"Öğleden sonra hastaneye gidelim mi?"

Sesim yorgun çıkıyordu, gerçi beden olarak da ruh olarak da yorgundum. Elimizden bir şey gelmiyor oluşu o kadar zordu ki, içten içe yeyip bitiriyordu bu his bizi. En çok da pişmanlık hissi. O gün Yoongi hyung tek başına gittiğinde izin veren bendim. Engel olsaydım eğer Yoongi hyung şu an yanımızda Jungkook ile uğraştığım için bana kızıyor olurdu. Gelsin yine bana kızsın istedim ama işte gelmiyordu.

HaptofobiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin