Bu sırada Meltem boş durmamış babasına "Zümra diye bir öğrenci var, arkadaşlarımın beynini yıkıyor." diye şikâyet etmişti. Bunun üzerine babası soluğu dekanın yanında almış,
"Burası laik bir ülke. Yobaz bir kızın gençleri etkilemesine nasıl izin verirsiniz?" diyerek şikâyette bulunmuştu.
Sonunda dekan öğrencileri odasına çağırıp tek tek sorgulamış sonra onlara sert bir dille uyarmıştı. Fakat hiç kimse Zümra'nın aleyhine konuşmamış "O bizim arkadaşımız, sıradan olağan şeyler konuşuyoruz; büyütülecek ne var?" demişlerdi. Zümra'nın bu işten zarar görmemesi için ellerinden geldiğince savunmaya çalıştılar. Arkadaşlarının Zümra'nın tarafını tuttuğunu öğrenen Meltem küplere binmişti. İşin sonucunda bir şey çıkmasa da bu olaydan sonra, Meltem'e karşı herkeste bir soğukluk oluştu.
Yine oturdukları bir gün, Duygu soru sorarak sessizliği bozdu: "Zümra dini öğrenmek için illa bir yerlere mi gitmeliyiz? Kendimiz okuyarak öğrensek olmaz mı? Ve ilk hangi kitabı okumalıyız?" derken etrafa göz ucuyla bakmayı ihmal etmedi.
"O zaman avukat, okulunu bitirsin, hemen avukatlık yapmaya başlasın staj görmeden olur mu sence? Hekimoğlu şöyle bir örnek verir: 'Şimdiki Müslümanlar ülser hastasına benziyor. Doktora gidiyor, reçete alıyor, okuyup okuyup yatıyor. İlaçları alsalar iyileşecekler. Şimdiki Müslümanlar da Kuran'ı okuyup okuyup yatıyorlar. İçindekileri tatbik etseler iyileşecekler.' Elbette ana kitabımız Kur'an olmalı. Hiç duydunuz mu bilmiyorum Tevrat'ta şöyle geçiyor: 'Ey kulum sana dostundan bir mektup gelse okumak için sabırsızlanırsın, ben de sana mektup yolladım. Ey kulum dostun kadar değer taşımıyor muyum?' Sadece cep telefonunuza gelen mesajları bile okumak için ne kadar sabırsızlandığınızı bir düşünün."
Atakan: "Âşık olmak günah mı?" diye sordu bir süre sonra.
"Bazen insan duygularına hâkim olamaz. Sevgi oluşuyor elinde olmadan; ama Allah'ın sevgisini geçmemeli."
Bu sefer öne atılan Tarık oldu. "Diyelim ki sana tamamen zıt, senin gibi yaşamayan birine âşık oldun; onunla evlenir miydin?" Sevdiği kızın cevabını nefes almadan bekledi.
Zümra kafasını kaldırdı, Tarık'ın gözlerinin içine bakarak "Evlenmezdim" dedi.
Tarık ısrarla, "Ama diyelim çok fazla sevdin, karşı koyamayacak kadar sevdin." dedi.
Zümra, Tarık'ı anlarcasına derin bir nefes aldı. "Allah'a asi olan birini çok sevsem de, onsuz nefes alamayacağımı bilsem de onunla evlenmezdim." dedi.
Bu sözler üzerine içinde büyük bir bozgun hisseden Tarık, işi olduğunu bahane ederek üzgün gözlerle yanlarından ayrıldı. Yürürken uzunca bir zaman hiçbir şey düşünemedi. Boşlukta yürür gibiydi. Dünyaya, okuluna, tanıdığı bildiği her şeye, bastığı toprağa bile yabancılaştığını hissediyordu. Sınavları yeni bitmiş, son sınavlardan öncede derslerden bir hafta ayrı kalmasının önemli olmayacağını düşündü. Bir an önce Kanada'ya, Emir'in yanına gitmeliydi. Hem de ilk uçakla... Çünkü onun yanında iyi dağıtıyor bir şekilde hayattan soyutlanmayı başarıyordu. En azından bundan önce hep böyle olmuştu.
Annesine telefonda gideceğini söylediğinde Tijen Hanım çok sevindi. Demek ki kızla arası iyi değil, diye düşündü ve "Gezip eğlenmene bak oğlum." diye de ekledi. Arabayı son sürat kullanıyordu. Havalimanına hangi ara geldiğinin farkında bile değildi... Uçağa binerken "Seni sileceğim Zümra, unutacağım seni..." dedi kendi kendine. Hiç âdeti olmayan şeyler yapmaya başlamış, hostesin bile numarasını kur yaparak almıştı. Emir'e asla Zümra'dan bahsetmeyecek, adını anmayacaktı. Onu unutmanın bir yolunu bulmalıydı; çünkü her düşüncede her bahsi geçtiğinde acı çekiyordu.
Emir onu havalimanında bekliyordu. Uzun zamandır görüşmediği kuzeni, sevinçle Tarık'a sımsıkı sarıldı. Şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu:
"Hayırdır kuzen? Sen bu sıralarda gelmezdin."
"Kafam bulandı, kendimi burada buldum." diye geçiştirdi Tarık.
"Bulanık kafaları iyi açarız, doğru adrestesin." dedi kuzeni muzipçe.
İlk işleri bir bara oturmak oldu. Aralıksız içtiler. Emir, Tarık'ın sessizliğini fark ettiğinde:
"Oğlum, yengem amcam iyi değil mi?" diye ısrarla sordu.
"İyiler iyiler merak etme, kötü olan benim. Sakın sorma hatırlamak için değil unutmak için geldim."
"Hey be oğlum deli misin? Şuraya bak." derken işaret parmağıyla ilerideki kızları gösteriyordu. "Sarışını, esmeri seç seç al." derken sırıtıyordu.
Ertesi sabah uyandığında sadece bu kadarını hatırlıyordu. Öyle içmişti ki büyük bir baş ağrısıyla uyandı. Yanında da bir kadın yatıyordu. Hafif bir acıyla gülümseyerek "Zümra'nın deyimiyle günaha girdim." demişti. Daha geleli bir gün olmadan içine derin bir hasret acısı saplanıyordu. Hemen duş aldı ve tekrar içmeye gitti. İçki ile tüm hafızasında Zümra ile ilgili ne varsa silmekti amacı. Emir evde Tarık'ı bulamayınca bara gidip Tarık'ın kolundan tutarak:
"İçki çözüm değil, bu kadar dağıtma kendini. Seni Melisa'yla tanıştıracağım. Kuzeni yengen olur. Bir Türk kızı, Türkçesi biraz kıt ama afet haaa..." dedi.
Konuşmadan hesabı ödeyip çıktılar. Emir telefonuyla sevgilisini aradı. Tarık sessizliğe gömülmüş yürüyordu yanında. Kuzeni, telefonla kısa bir konuşma yaptıktan sonra "Geliyoruz." deyip kapattı. Emir'in sokağın başına park ettiği arabasına bindiler. Biraz yol almışlardı ki telefonu ısrarla çalmaya başladı. Hışımla telefonu açtı:
"Patlamayın geliyoruz ya" deyip kapattı telefonu.
"Şu kadınlar ne kadar sabırsız." Biraz daha yol aldıktan sonra:
"Hah işte oradalar. Bak, sarı saçlı olan seninki."
"Gerçekten çok güzelmiş.." dedi Tarık.
Tanışma faslından sonra beraber yemek yediler, gezdiler ve içtiler. Gülüp eğlendiler. Böylece günler geçti. Tarık ve Melisa gittikleri barın pistinde dans ederlerken Tarık birden ona çok güzel olduğunu söyledi.
Melisa: "Emir senden hep bahsederdi ama bu kadar yakışıklı ve etkileyici olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Galiba senden hoşlanıyorum." diyerek gözlerinin içine baktı.
Tarık suskun kalmayı tercih etti. Hiçbir şey düşündüğü gibi olmamıştı. Duyması gerektiğini düşündüğü mutluluğu, içinde bir türlü hissedemiyordu.
Sabah yine baş ağrısıyla uyandı. Bu sefer yatağında Melisa vardı. Duş aldı, sigara yaktı. Mutsuzdu. Melisa uyandığın da Tarık'a yaklaştı.
Melisa: "Sanırım ben sana âşık oldum." dedi.
Tarık boş gözlerle bakmayı sürdürdü. Melisa öpmek için ona doğru eğildiğinde karşılık veremedi. Ayık kafayla Zümra her yerini sarıp sarmalıyordu sanki, Bu gün dönüyordu. Biraz mutluluk bulmak için geldiği Kanada'da yaptıklarından doğan pişmanlıkları ve artarak devam eden huzursuzluğu bırakmıyordu yakasını.
"Başka birisi mi var?" diye sordu Melisa.
Tarık: "Onu da nerden çıkardın?"
"O halde neden soğuksun bana?"
"Akşam gideceğim ya, ona üzüldüm herhalde."
"Yaz tatilinde Türkiye'ye gelirim."
Tarık "Tabi sevinirim." derken sıkılmıştı. Kızın bir an önce gitmesini istiyordu, yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyordu ve bolca içkiye. Bunun üzerine söylediği "Seni eve bırakayım." sözü Melisa'nın kırılmasına sebep olmuştu. Tarık'ın Kanada'daki son gününü birlikte geçireceklerini düşünen Melisa, son derece incinmişti. Hemen üstünü giyerek "Ben kendim giderim." dedi. Ve Sessizce çıktı. Tarık "Kıza ayıp ettim..." diye düşünerek üzülse de telafi etmek için uğraşmadı.
Sigara üstüne sigara yakıyordu. Birden dizlerinin üzerine çöktü, ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı ve "Allah'ım lütfen bana yardım et, seni bulmamı sağla, ilmini ver, ver ki seni tanıyayım. Yardımına, sevgine muhtacım ve çok acizim. Lütfen, lütfen..." diyerek hıçkırıklara boğuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuza Düşen Aşk (RAFLARDA)
RomanceFarklı dünyalara sahip,iki insanı birleştiren tek nokta sevgi olmalıydı. Çünkü kalpleri açacak dokunuşun anahtarıydı. Sırlarla dolu bir yaşam öyküsünü ortak kılan tek şey, yüreklerindeki inanç ve azmin bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiydi. Romanı ok...