Bölüm 6: "Sarışın Adamın Toprakları."

20.9K 1.4K 695
                                    

Medya;

Aurora- Runaway.

İyi okumalar..

🌙

Bölüm 6: "Sarışın Adamın Toprakları."

Yalnızlığın o çırılçıplak kolları, fazlasıyla soğuktu. Gece sadakatsiz, kimsesizlik refakatsizdi. Anlaşılmamak ise sefillikti.

Bundan çok zaman önce, kimse beni anlamıyor derken, anlaşılmamamın tek nedeninin, aslında etrafımda kimse olmadığından kaynaklandığını fark etmiştim. Fakat oldukça geç kalmıştım. İnsanların hayatında daima kolay silinen, ikinci plana atılan ve görmeyi reddedilen taraf olmuştum. Kendimi anlatmaya çalışıyor, anlattıkça ve çabaladıkça kelimelerin azizliği ile yıkılıyordum.

Hiçbir zaman arkadaş çevrem olmamıştı. Ben ağlamaktan yüzümün piştiği günler olurken, yanı başımda duran yastığımdan başka kimse yoktu. Ben hayatımı her daim yalnız sürdürmüştüm.Bu yüzden göğsümde ağır bir sancı, ruhumda prangalar vardı.

Ve ben buna susuyordum. Fakat bu sefer anlatamamaktan değil, anlaşılamamaktan korktuğum için susuyordum.

İnsanların nankörlüklerine kör oluyorum, kendilerini yalnız sanmalarına deli olarak yaşıyorum. Sadece konuştukları kişiler az diye mi insanlar kendini yalnız sanıyor? Yada, hiç kimsen olmadığı için oturup ayıcıkla sohbet edip, duvarla gülmenin ne demek olduğunu bilmedikleri için mi yalnızlık nedir bilinmiyor?

Nankördü insanoğlu. Bilinçsizdi. Kördü, dilsizdi. Tanrı onları topraktan yaratıp, değersiz suların özleriyle cesetleştirip canlandırırken, tohumlarının olduğu topraklara nankörlüğü, körlüğü, bilinçsizliği ve dilsizliği ekmişti.

Saatlerdir oturduğum yataktan doğruldum. Selam güzel halı, selam güzel duvar. Günaydın lamba, günaydın yatak. Hepimize selam ve günaydın.

Ayaklarımı siyah yataktan sarkıttım. Gözlerim şiş, zehirli yeşillerim solgun ve tenim sararmıştı. Uykusuzluk, sonumun ufkuna attığım en büyük adım olabilirdi. Bunun bilinci ile ayağa kalktım. Altı gündür tekrarladığım rutin eylemleri yerine getirmek için, banyoya girdim ve hala üzerimde olan eşofmanın bir ucunu tutarak, diğer elimle yüzümü yıkamaya çalıştım. Gözlerim artık sızlıyor ve ağrıyordu.

Yarım yamalak yıkadığım yüzümü tek elimle kuruladım ve banyoyu terk ettim. Saçlarım.. O günden beri hala sertti ve bu her aklıma geldiğinde, ağlama isteğim artıyordu. Çünkü saçlarıma düşkündüm, hayattaki tek varlığım gibiydiler. Kırılsalarda, solsalarda benimleydiler.

Odanın matemli havasından ciğerime bir yudumluk çekerken, kalktığım yatağa tekrar oturdum. Etraf sessizdi. Tüm gece yine uyumamış, aldığım kararlar ile cebelleşmiştim.

Yatakta biraz daha kıpırdandım. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı ve artık ona teşekkür edip gitmek istediğimi nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Aptaldım.. Kararsızlıklarım, yalnızlıklarım, bilinçsizliklerim ve hiçliklerim ile ruhumdaki çürük acıların altına kaçıyor, zihnimin kara bulutlu, kuru yağmurlu ve çamurlu topraklarının seslerinden kaçmaya çalışıyordum.

Bunda bile başarısızdım. Ben kaçmaya, saklanmaya ve kovalamaca oynamaya devam ettikçe; zihnimin kuru topraklarında yetişen zehirli fidelerin kurbanı oluyordum. O fidelerden matem içiyor, ruhumun çatlaklarına ve kırıklarına zehirli matem akıtıyordum.

Ben kendimi zehirliyordum.

Kendi kendimi öldürüyordum.

Oturduğum yatakta daha çok kıpırdanmaya başladım. Sadece gitmek istediğimi söyleyecek ve her şey için teşekkür edecektim. Bunu yapabilirdim değil mi? Yapabilirdim. Her hareket ettiğimde sanki yer altımdan kayıyor ve ruhum zemine seriliyor hissi ile, oturduğum yataktan kalktım. Gerginlikten avuçlarım terlemişti. Siyah saçlarımı geriye iteleyerek, bu gerginliği arka plana attım ve içimde bir parça kalan cesaretle kapıya adımladım.

ÖLÜMÜN DÜŞLER SAHNESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin