"Tanrım..Jaebum sadece ona gidip söyleyeceksin."
Mark, bulunduğu durumdan sıkılmışçasına söylendi."Evet, Mark'a katılıyorum. Yapacağın tek şey bu, hadi ama! En kötü ne olabilir ki?"
Jinyoung'un sorduğu soru ile Jaebum düşünceli bir şekilde izlediği kahvesinden gözlerini çekip kafasını kaldırarak karşısındaki çifte baktı. Tabiki, onlar için söylemesi kolaydı. Hayatlarının bir çoğunu birbirleri ile geçirmişlerdi sonuçta. Evet, Mark ve Jinyoung çocukluk arkadaşıydı ve lisenin ilk yılından beri beraberlerdi ama Jaebum için her şey daha zordu. Youngjae'yi tanımıyordu. Pekala onu, onu sevdiği süre zarfında fazlasıyla takip etmiş ve onun hakkında birçok şey öğrenmişti ama Youngjae ile bir kere bile iletişim kurmamıştı.
Jaebum derin bir iç çekti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Youngjae ile konuşmak için her fırsatı denemişti. Küçük olan neredeyse çoğu zaman yalnız takılırdı. Bu Jaebum için iyi bir şeydi ama bu bile Jaebum'un onunla konuşmasına yardımcı olamıyordu. Çünkü ne zaman küçük olanın yakınına gitse kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyor ve o sırada ne yaptığını unutacak seviyeye geliyordu.
Açıkçası Jaebum için bunlar yeniydi. O, herkesin gözünde: okulun popüler çocuğu kategorisine giriyordu ve o umursamaz, asi, soğuk yani anlayacağınız o kitaplardaki her genç kızın içine düştüğü kötü çocuklardan bir tanesiydi. Aslına bakarsanız Jaebum bu tarif edilenlere uyuyordu. Kimseyi pek düşünmezdi, okuldaki neredeyse tüm kavgalara karışmıştı ve yakın arkadaşları haricinde doğru düzgün konuştuğu kimse yoktu. Kendisiyle konuşmaya çalışanların ise pek başarılı olduğu söylenemezdi ama olay Youngjae olunca işler biraz değişiyordu. Pekala, Jaebum gene aynı Jaebum idi ama değişiyordu işte.
Jaebum, kimse için endişelenmezdi ama küçük olanın okula her gelmeyişinde ölecekmiş gibi hissediyordu. Yine, karşısında birisi ağlasa kılını kıpırdatmayacak olan Jaebum, küçük olanın ağlamasını gördüğünde ona sıkıca sarılmak istiyordu. Bütün bu duyguların hepsi yeniydi. Bazen, eski haline geri dönmek istiyordu Jaebum. Bu fazla yorucuydu. Aşk dedikleri şey bu kadar ağır mıydı yani? Jaebum bunu taşıyabileceğini sanmıyordu. Bazen ise bu duyguları hissettirdiği için Tanrıya şükrediyordu. İlk defa birisi ona yaşadığını hissettiriyordu ve bu çok güzeldi. Garip bir ikilemdeydi işte. Hem bundan kurtulmak hem de bununla sonsuza dek yaşamak istiyordu.
İşte bu yüzden konuyu arkadaşlarına anlatmıştı. Tek başına paylaştığı bu histen belki de birilerine anlatırsa kurtulabileceğini düşünmüştü. Tabiki, düşündüğü gibi olmamıştı. Bu histen kurtulamamıştı ama arkadaşları onu, ona açılması için yüreklendirmeye çalışıyorlardı. Bunun da işe yaradığı söylenemezdi ama denemek zorundaydı. Yani, bir şekilde yapmalıydı yoksa bu sene mezun olacak ve bir daha onunla konuşma fırsatı elde edemeyecekti.
"Ona mesaj at." Jaebum daldığı düşüncelerinden Mark'ın sesiyle çıkmıştı.
"Ne?" Jaebum anlamayarak karşısındaki ikiliye baktığında Mark gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu.
"Diyorum ki ona, Youngjae'ye mesaj at. Madem onunla yüz yüze konuşamıyorsun bari mesajla konuş."
"Ne yazacağım?"
Mark, Jaebum'un bu sorusu karşısındaki göz devirmişti.
" 'uyudun mu?' Yaz." Mark'ın söylediği şeyle bu sefer Jaebum gözlerini devirmişti.
"Ha-ha çok komik."
"Sadece "selam" yazsan yeterli. Gerisi zaten gelecektir. Her neyse, şimdi biz gidiyoruz. Sende burada kara kara düşünüp oturacağına mesaj at. Görüşürüz."
Mark ve Jinyoung ayaklandığında Jinyoung konuşmayı devralmıştı.