Bölüm 1.3: Aife

116 19 4
                                    

Han koca bir alev topu olmuş ve parçaları etrafa saçılmıştı.  Sadece sonradan inşa edilmiş küçük bir kısmı ayakta kalabilmişti. Aife yarım dakika boyunca donmuş bir şekilde alevleri ve etrafa saçılan parçaları izledi. Geçmişi anımsıyordu. Aynı duyguları daha önce hissettiğini biliyordu. Ormana gittiği günü hatırlatıyordu. Orada Rath'ı bulmuştu. Aife kafasının içindeki karmaşık dünyadan çıktığında kendini yere bakmış bir şekilde buldu. Bir kez daha hana baktı ve hızla aşağı indi. Kaçışan korkmuş insanları tüm gücüyle iterek yardı. 

"Ailis! Ailis! Elia!" 

Deliler gibi bağırıyordu. Kalp atışları hızlanmıştı. Göğsünde bir ağrı hissediyordu. Paniklemiş ve terlemeye başlamıştı. Hanın sağ tarafına doğru ilerlediğinde gözü seğirmeye başladı. Gözlerini hızlıca bir kaç kere kırptı. Bacaklarını hissetmiyordu. Aniden dizlerinin üstüne çöktü ve önündeki vücut parçalarına doğru bakmaya devam etti. Çocukları ancak giydiği kıyafetlerden ayırt edebiliyordu.  Bunu da ancak kopmuş uzuvların üstünde kalmış bir kaç kıyafet parçasıyla anlayabiliyordu. Gözleri Elia ve Ailis'i aradı. Yutkunup hana doğru döndü ve bir elin enkazın altından dışarı doğru durduğunu gördü. Küçük bir eldi ve üstünde bir bileklik vardı. Aife o bilekliği hemen tanımıştı. Elia'nındı. Her zaman Ailis'e ve Aife'ye gösterirdi. Annesinin ona ölmeden önce bıraktığı bilezikti. 

Aife dizlerinin üstünde bir kaç adım uzaklıktaki ele doğru sürüklendi. Sağ eliyle küçük ele dokundu. Hala onun hayatta olduğunu düşürüyordu. Fakat küçük bir güç uyguladıktan sonra el aniden kolla birlikte eline geldi. Gözleri sonuna kadar açılmıştı. Düzgün nefes alamıyordu. Kalbindeki ağrı midesine inmiş ve bulantı olarak yansımıştı. Elia'nın kopmuş kolunu tutarak ayağa kalktı. Diğer çocukların kopmuş uzuvlarının ve dağılmış toprağın arasından geçerek hanın etrafında dönmeye başladı. İçeride bir beden gördü. Çocuğa ait olmayacak kadar büyüktü. Alevlerin arasında kalmıştı ve yanık kokuyordu. Tanınmayacak kadar içeride pişmişti. Durup bir süre alevlerin içine doğru baktı. Elia'nın bilekliğini nazikçe çıkarttı ve Elia'nın elini yere bıraktı. Bir kaç adım geri gitti. O sıra halk hana doğru koşuşturmaya başladı. Çocuklardan birinin annesi Aife'ye doğru koştu. Kıp kırmızı yüzünü Aife'nin dibine soktu. Kolundan tutup gözlerinin içine baktı. 

"Çocuğum nerede?" dedi. Aife cevap vermedi. Sadece bomboş gözleriyle alevleri izlemeye devam ediyordu. Kadın dayanamayıp tokat attı. Aife, tokadı yemesiyle başı sağa savruldu. Kadının yüzüne bakamıyor, yere bakıyordu. Aniden ağlamaya başladı. Gözyaşları yanaklarının yarısına kadar gelip ardından toprağa düşüyordu. Bu sefer, kadın yakasına yapıştı ve kendisi de ağlayarak Aife'yi sarsmaya başladı.

"Çocuğum nerede?" diye titrek, çatlayan bir sesle yüzüne bağırıyordu. Aife hiçbir şey söylemiyor ve öylece orada duruyordu. Kafasının içinde kadının ağlaması ve kelimeleri yankılanıyordu. Ne kadını düşünüyor, ne de ölen insanları... Sadece uzaklaşmak istiyordu. 

 Hanın diğer yanında, insanlar ve kasabayı korumakla yükümlü yöre halkından seçilmiş muhafızlar alevleri söndürme çalışmalarına çoktan başlamıştı. O kalabalıktakilerden bazıları çocukların cesetleri veya onlardan kalanların başında diz çökmüş ağlıyordu. 

Aife'ye bağıran kadının nefesi bağırmaktan tükenmişti. Sadece nefes alıyor ve ağlıyordu. Aife, kadının kollarını üstünden sertçe çekti. Bir kaç adım ileri gittikten sonra bulduğu ilk yere kusmaya başladı. Kusmanın bittiğini her düşündüğünde tekrar içinden yukarı doğru bir itme duygusu geliyor ve kusmaya devam ediyordu. O sırada kadın Aife'ye acıyan gözlerle bakmaya başlamıştı. Bir süre baktıktan sonra kendi kendine sesli bir şekilde söylendi:

"Umarım ölenlerin yükünü çekeceğin uzun bir hayatın olur, Aife."

Bir süre nefes aldıktan sonra devam etti.

"Seni bebekken asla kasabaya almamalıydık." dedi. Hüzün ve nefret dolu gözlerini Aife'nin üstünden çekti.

Yüzünü elleriyle sildikten sonra arkasını dönüp kalabalığa doğru yürümeye başladı kadın. Aife ise midesinde kusacak bir şey kalmayınca bir süre durdu. Ardından bir kaç defa öğürdükten sonra ağzını kıyafetine sildi ve ayağa kalktı. Yürüyen kadına doğru baktı. İçine bir huzur doldu o an ve o huzuru hissettiği için anında pişman oldu; fakat bunu engelleyemiyordu. Ardından kulaklarında bir basınç hissetti. Etraftaki sesi bastıran bir şeydi bu. Bu basıncın oluşturduğu garip ve sessiz uğultu dışında etraftaki sesleri duyamıyordu. Kısa bir süre sonra uğultunun gücü yükseldi. Onu ve çevredeki insanları etkileyip kulaklarını kapatmalarına sebep olacak kadar güçlüydü. Hemen sonunda bir kükreme duyuldu. Kükremenin içine ise bir kelime karışmıştı fakat net duyulmuyordu. 

"HE-TA"

Aife başını ve sonunu duyabilmişti fakat anlam verememişti. Ardından ses kesildi ve insanlar konuşmadan birbirlerine bakmaya başladılar. O an kasabanın doğusundan, gökten yanan bir şey kasabaya doğru gelmeye başladı. Yakınlaştıkça gerçek boyutu ortaya daha da ortaya çıkıyordu. Bu alevlerden kendi rengi gözükmeyen devasa bir kayaydı. Yakınlaştığında kaya bir kaç parçaya bölündü. Herkesin gözünde bir parıltı oluştu ve yanan kayalar tüm kasabaya düşmeye başladı.

Geriye tek kalan şey insanların çığlıklarıydı.



-Bölüm 1 Sonu-

KaşifHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin