Rüzgarın sessiz ama sakin uğultusu, cırcır böceklerinin çıkardığı sesler ve ağaçların hışırtıları... Sakince birbirine karışıp kulağını dolduruyordu. Gözlerini açarken kuşların daldan dala uçtuklarını görebiliyordu. Yukarıdan gelen ışık gözünü alıyordu ve onu ısıtıyordu. Bir kaç defa gözünü kapatıp açtıktan sonra derin bir nefes aldı ve ormanın temiz havasını içine çekti. Yanağından bir damla ter aktı ve onun huylandırmasıyla hızla doğruldu. Elini başının arkasına götürüp dağılmış saçlarının arasından başını ovaladı. Aife arkasına baktığında gördüğü şey karşısında dili tutuldu. Şaşkınlığın etkisiyle titrek bir sesle inledi ve gözlerini kısarak ağacın dibinde yatan üç metrelik, başında tüm başını ve yüzünü kaplayan miğferi olan ve paslanmış dizliklere sahip birini gördü. Vücudunun üst kısmı çıplaktı ve kasları o kadar gelişmişti ki bir heykeli andırıyordu fakat ne kadar sert ve estetik gözükse de vücudunda çizikler ve yaralar vardı.
Aife ayağa kalktı ve küçük elleriyle vücudunun üstündeki kiri temizledikten sonra etrafına bir kez daha bakındı. Gözlerini bir kaç kere kırptıktan sonra başını yukarıya kaldırdı. Güneşi ve mavi gökyüzünü görebiliyordu. Sonra tekrar ağacın altında yatan adama baktı. Bir kaç adım atıp gözlerinin bile görünmesini engelleyen miğferine doğru yaklaştı. Adamın nefesleri yankı yapıyor ve bulduğu ilk delikten çıkıyordu. Aife'nin yüzü o kadar yakındı ki çıkan soğuk nefesler Aife'nin yüzüne çarpıyordu. Aife iğrenerek kendini geri attı. Gözlerini kıstı ve etrafına tekrar baktı.
"Bir dakika? Ben nasıl oldu da bu hale geldim?" dedi. O sırada yerde yatan adam bir kaç kere homurdandı. Gözlerini iyice ovaladıktan sonra yerdeki adama tekrar baktı. Etrafında dönüp dönüp adama bakıyordu. Söylentilerin gerçek olduğuna kendini inandırmaya çalışıyordu.
"İblis avcısı bu olsa gerek!" diyerek heyecanlandı ve gülümsemeye başladı. Ardından adamın üstündeki çiziklere ve küçük çaplı yaralara baktı. Acı çektiğini düşündü ve tedavi etmek istiyordu. Eliyle hızla arkasını yokladı fakat kısa bir saniyeliğine orada olduğunu umduğu bohçasına ulaşamadı. Elini alnına götürüp: "Tabi ya!" diyerek sesli bir şekilde kendi kendine kızdı. Ağacın etrafında dönmeye başladı. Etrafa bakınıp bohçasını bulmaya çalıştı fakat hiçbir yerde bulamadı. Aklına hiç istemediği bir ihtimal geliyordu.
"Ya başka bir ağacın altındaysa?"
Ormanın derinliklerinde kaybolmasından ve buraya gelirken ki hissettiklerinden dolayı ağacın etrafındaki güneş ışığının bittiği ve gölgenin başladığı yeri kendi kafasında sınır kabul etti. Sanki o sınırı geçerse boşluğa düşecekmiş gibi hissediyordu.
Belirlediği sınırın ötesine doğru yakın ağaçların diplerine bakmaya başladı. Bir kaç ağaç ötede bohçasının iki ağaç arasında yerde olduğunu gördü. Yüzünü ekşitip bir süre tereddütte düştü fakat ona yardımcı olabilecekse bir dakikalığına boşluğa düşmeye hazırdı. Elini yumruk yapıp derin bir nefes aldı ve ağaçların arasına doğru koştu. Hızla yerden bohçasını kaptı ve arkasında takip ediliyormuş hissi gelir gelmez geri güneşin olduğu yere doğru tüm gücüyle fırladı. Bir kaç defa derin nefes alıp verdikten sonra adamın yanına, ağacın atlında çöktü. Bohçasının içinden mataralarını ve bezlerini çıkarttı. Ardından bezlerden bir tanesini katladı ve mataralardan birinin içindeki su ile bezi biraz ıslattı. Adamın üstünde gördüğü en az korkutucu çiziğe doğru nazikçe bezi götürüp silmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaşif
FantasyAcımasız feodal lortların inşa ettiği dünya da bazı hikayeler insanlığa umut olmuştur ama hepsi sanıldığı kadar gerçek değildir. Bu dünya da kaşifler umut olacak hikayeler peşinde koşarlar ve insanlara bu hikayeleri nesilden nesle anlatırlar. Aife...