Aife en sonunda art ada dizilmiş dört at arabasının en arkada duranına bindirildi. Yanına altı kadar asker bindi ve Aife'nin hemen karşısına Heira oturdu. At arabası vagonlarının üstleri kapalı olduğu için Aife'yi biraz bunaltmıştı. Askerlerin hepsine bir tur baktı ve onların daha çok bunaldığını düşünmeye başladı. Heira o sırada miğferini çıkartıp kucağına koydu. Ancak boynuna kadar uzanan sarı saçlarını elleriyle düzelttikten sonra Aife'ye bakarak oturmaya devam etti.
"Yaşlanmışsın." dedi Aife. Heira gözlerini kısarak Aife'ye bakmaya devam etti.
"Daha genç gözükmek için mi saçlarını kestin?" diye devam etti Aife. Heira bir süre daha durduktan sonra boğazını hafifçe öksürerek temizledi ve alaycı bir şekilde gülümsedi.
"Sanırım başına bir şey düştü, ha? Güzelliğimi kıskanıyorsun. Benim yaşıma geldiğinde benim gibi olmak için çok uğraşacaksın. Ha! Ulaşabilirsen tabii..."
Heira'nın bu sözlerinden sonra kısa bir sessizlik oluştu. Vagonun içindeki diğer askerlerde miğferlerini çıkarttı. Birbirlerine bakıp olayı dinlemiyormuş gibi davranıyorlardı. Aife sırıttı ve gülmeye başladı. Heira ise başını iki yana sallayıp gülümseyerek Aife'nin gülüşünü izledi. Bir süre sonra Aife bu durumu abartmıştı ve gözlerinden yaş gelinceye kadar kahkaha atmıştı. Ardından derin nefes alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bir kaç kez burnunu çekti ve vücudunu üst kısmını bağlamış örtünün boyun kısmından sağ elini çıkartarak gözlerinden akan yaşları sildi.
Bu sefer askerler ve Heira, hepsi birlikte Aife'ye garip garip bakıyordu. Aife kahkahalarından sonra sessizleşti. Hüzün ve nefret dolu gözlerini Heira'ya aniden çevirdi. Sert ve kararlı bir ses tonuyla "Ulaşmayı düşünmüyorum." dedi.
Tüm vagonlara askerler yerleşmişti ve en öndeki at arabasının ilerlemeye başlamasıyla yola çıkmışlardı. Ortamda, at arabalarından çıkan sesler ve ara sıra diğer vagonlardan gelen kahkaha sesleri vardı. Aife, gözlerini dışarı dikti ve toprak yoldan ilerlerlerken kasabanın yavaş yavaş uzaklaşarak küçülmesini izledi.
Sıkıcı geçen bir saatin ardından dayanamayan askerler kısık sesle konuşmaya başlamıştı. Evde onları bekleyen ailelerinden konuşup duruyorlardı. Aife'nin yanındaki asker heyecanla erkek çocuğunun ülkenin en iyi askeri okulunu kazandığını anlatıyordu. Diğer askerler ise onun heyecanına ortak olup daha yüksek bir sesle ona cevap veriyordu. Heira ise konudan uzak bir kaç parça kağıt çıkartmış onları okumaktaydı.
Aife o ana kadar uzun uzun düşünüyordu. Ne olduğunu veya yapabileceği herhangi bir şeyin olup olmadığını. Aklına gelen tek şey ölmekti çünkü üzüntü, nefret, sevgi, özlem ve pişmanlık gibi duyguların hepsi eline balta, kılıç alıp hiçbir organı kalmayana dek içini doğramıştı. Aife boş bakışlarını bir kaç kez Heira'ya çevirdi.
"Aptal aptal daha ne kadar bir buraya bir oraya bakacaksın?" dedi gür sesiyle Heira.
Heira derinden bir iç çektikten sonra oturduğu yerin altında bulunan çantayı öne çekip Aife ile ortasına aldı. Çantanın üstünde Arkeolog Tugayının arması bulunmaktaydı. Arma, yuvarlak zemin üstüne ucunda taş olan uzun bir asanın üstüne konmuş iki kılıçtan oluşmaktaydı. Heira zoraki gülümseyerek elini çantanın içine daldırdı ve bir aksesuarı andıran zarif bir kalem çıkarttı. Derin bir nefes alarak çantanın içine iyice baktı ve hafif buruşmuş iki temiz kağıt çıkarttı.
Kalemin değişik olması Aife'nin dikkatini çekmişti. Bir yerlerde mürekkebi arıyordu fakat yoktu. Heira, çıkarttığı kalemin bir süredir sessiz oturan Aife'nin dikkatini çektiğini fark etmişti. Bu sefer ilgi alanı olduğu için içten gülümseyerek Aife'ye baktı ve konuşmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaşif
FantasyAcımasız feodal lortların inşa ettiği dünya da bazı hikayeler insanlığa umut olmuştur ama hepsi sanıldığı kadar gerçek değildir. Bu dünya da kaşifler umut olacak hikayeler peşinde koşarlar ve insanlara bu hikayeleri nesilden nesle anlatırlar. Aife...