Bölüm 2.7: Rath ve Aife

71 9 3
                                    

Kuzey batıya doğru uzanan toprak yolun sol tarafında kalan küçük yemyeşil tepeye doğru Lubart koşar adım ilerlemeye başladı. Sıkıca tuttuğu Aife'yi peşinden sürüklüyordu. Tepenin üstünden arka tarafına doğru üç beş ağaç bulunmaktaydı. Ağaçların en aşağısında, tepenin yol tarafından görünmeyecek kısımda bulunan bir ağaca bir at bağlanmıştı. Atın her yeri kapanacak şekilde de üstünde kırmızı çizgiler olan beyaz bir kumaş örtülmüştü. Bu tarz atları genellikle soylular ve phurslar* kullanmaktaydı. 

Lubart çevik bir hareketle Aife'yi bıraktı ve sol ayağını üzengiye geçirip elleriyle tutunarak atın üstüne bindi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Lubart çevik bir hareketle Aife'yi bıraktı ve sol ayağını üzengiye geçirip elleriyle tutunarak atın üstüne bindi. Başını sağa sola hareket ettirerek boynunu kıtırdattıktan sonra dizginleri eline aldı. Aife gözlerini kısarak ters ters Lubart'a baktı. Lubart, unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi kaşlarını kaldırdı ve masum bir şekilde Aife'ye baktı.

Aife iç çekti ve 

 "Şimdi gerçek yüzünü gösteriyorsun. Böyle durumlarda bir 'beyefendi' olmayı unutuyorsun galiba?" dedi. Aptal bir sırıtış Lubart'ın yüzünde belirdi ve sol elini dizginden çekip Aife'ye doğru uzattı. Sonra işaret parmağı ile atın bağlı olduğu ağacı gösterdi

"Lütfen?" dedi. Aife anlamsız bir şekilde gülümsedi ve hızla ipi çözdü. 

"Biraz geriden gelip atlaman gerekebilir. İki kişinin rahatça oturabileceği kadar yer yok." dedi Lubart sakince ve avucu açık bir şekilde elini uzattı. Aife onu başıyla onayladı ve biraz gerildikten sonra Lubart'ın elinden destek alarak zıpladı ve dengesiz bir şekilde çırpındıktan sonra Lubart'ın arkasına yerleşip sıkıca ona sarıldı. 

Lubart tekrar dizginleri sıkıca kavradı ve ayakları ile atı dürterek tırıs sürmeye başladı.  O sırada O sırada Heira, o küçük tepenin tam en üst ortasında duran ağacın yanında ona tutunurken belirdi. Nefes nefeseydi. Yüzünde ve zırhında kan lekeleri vardı. Başını biraz öne eğmiş keskin bakışlarını Aife'nin üstüne dikmişti. Sağ elindeki kana bulanmış kılıcını yere doğrultmuştu. Kılıcını sertçe toprağa sapladı

"Nereye kadar kaçabileceksiniz?" dedi kendi kendine. Başını sağa doğru çevirdi ve gözlerinin ucuyla arkasını kontrol etti. Vaeshia'lı askerlerin dağılmış cesetleri toprağın görünmesini engelliyordu. Askerlerden dökülen kanlar doğanın yeşilini kırmızıya çevirmişti.

Eli kınına sokulmuş kılıcının kabzasında bir arkeolog hızlı adımlarla Heira'ya yaklaştı. Heria o gelir gelmez ona yüzünü döndü ve karşısındakinin bir şeyler söylemesini bekledi.

"Hepsi öldü. Her halde kırk beş ceset ve bizimkilerle birlikte kırk dokuz oluyor. Gömmek zaman alacaktır." dedi Arkeolog soğuk bir ses tonuyla.

Heira başıyla adamı onayladıktan sonra kılıcını sapladığı yerden çıkarttı ve at arabalarının olduğu yere doğru yürümeye başladı.

"Atları hazırlayın. Eyere gerek yok. " dedi ve ona en yakın olan atın yanına cesetlerin arasından geçip geldikten sonra iç çekip onu yemek görmüş kedi gibi takip eden arkeoloğa yöneldi.

KaşifHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin