Yavaşça, sağıma döndüm. Oradaydı, Park Jimin..
❝ Soğuk bir kıştan geçiyorum.
Bahar gelene dek,
Çiçeklerin açtığı günler gelene dek,
Kal lütfen, biraz daha kal orada.. ❞Ne diyeceğimi, ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Tek yapabildiğim şey ona bakabilmekti. Gerçekten yanımda mıydı? Hayal falan görmüyordum değil mi? Emin olmalıydım. Önce gözlerimi sıkıca yumdum ve kafamı sağa sola salladım. Gözlerimi açtığımda hala oradaydı. O da bana bakıyordu. Bakışlarında mahcubiyet vardı. Önüne döndü, gözlerini yere gömerek;
—Birden bire yanına oturduğum için üzgünüm. Seni korkutmak veya rahatsız etmek istemem. Beni tanıdın değil mi?
Başımı 'evet' anlamında salladım. Artık bana bakıyordu. Mahçupluğunu bu sefer gülümsemesine katarak;
—Ah.. Kardeşim burada okuyor. Onunla ders çıkışı buluşacaktık. Ne yazık ki biraz erken gelmişim. Kardeşim burada bekleyebileceğimi, buranın ıssız olduğunu söyledi. Buraya geldiğimde bu bankta oturuyordun, seni biraz izledim, bunun için özür dilerim. Senden bir zarar gelmeyeceğini düşündüm ve yanına geldim. Çünkü karşıdan öğrenciler geliyordu.
Olanları sindirebilmem için durdu.
—Gizlenmeme yardım eder misin? Sadece burada oturmama izin ver lütfen.
Heyecandan tüm vücudum titriyordu. Resmen kan akışım durdu. 20 derece de üşümeye başladım. Ağızımı zar zor araladım.
—T-tabi, tabii oturabilirsin.
—Teşekkür ederim.. Sen iyi misin? Rengin soldu bir anda.
—İyiyim! Acıktım ondandır. Ehehe..
Güldü. Ben hayatımda böyle sıcak ve ışıltılı bir gülümseme görmedim. İnci dişleri, ağacın altından sızan güneş ışığı ile birleşince adeta yeryüzüne nur indi. Kendisi gibi gülen gözleri, samimiyetinin bir göstergesi, gülüşünün tacıydı. O an, o kadar görkemliydi ki kelimelere sığdıramam.
Arkasına döndü. Ertafı kolaçan ettikten sonra rahatladığı gösteren bir 'oh' çekti. Sanırım kimse yoktu. Arkama bakamıyordum. Başka bir yere bakamıyordum. Gülüşüne kenetlenmiştim. O ise önümüzde duran Seul'a dalıp gitmişti. Ona baktığımı fark edince, gözlerimiz tekrar buluştu. Kalbim cidden atmıyordu. O kadar güzel bakıyordu ki, bir saniye içinde onlarca defa daha aşık oluyordum. Sonra gözleri saçıma kaydı. Elini yavaşça saçıma uzattı ve saçıma düşmüş olan kiraz çiçeğini aldı. Yüzünde yine tatlı gülümsemesi vardı.
—Kiraz çiçekleri çok güzeller. Bu çiçeğin rengi aynı yanakların gibi ㅋㅋ
Yanaklarım.. Kızarmış olmalıyım. Mavi kot ceketinin kenarına başka bir kiraz çiçeğinin sıkıştığını fark ettim. Hangi cesaretle bilmiyorum ama bende o çiçeği oradan aldım.
Böyle bir şeyi hiç beklemiyor olacak ki, şaşırmış masum gözlerini bana dikti. Gözlerimin için bakıyordu. Birkaç saniye böyle geçti, benim için asırlar olan birkaç saniye.. Daha sonra saçımdan aldığı çiçeğe bakarak;
—Nedenini bilmiyorum ama.. Sende çok tuhaf bir şey hissediyorum. Yani nasıl desem?.. Sen sanki farklısın. Bu daha önce hiç başıma gelmedi. Her göz göze geldiğimizde kalp atışlarım artıyor. Daha huzurlu hissediyorum. İçimdeki bir şey seni arzuluyor gibi.
Gözlerimin dolmasını engelleyemedim.
—İyi misin?.. Ah, seni üzdüm mü? Ters bir şey mi dedim? Gerçekten çok özür dilerim. Beni affet.
—Hayır. Beni üzmen mümkün olamaz. Sana kırılamam. Sadece böyle demen beni çok mutlu etti. Umarım yine rüyada değilimdir.
Sağ gözümden düşen bir damla yaş ile eli yanağıma gitti. Küçük, narin ellerini yanağımda gezdirdi.
Ona sarıldım. Bana sarıldı. Artık, dünyanın en mutlu insanıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fernweh // pjm.
FanfictionTek dileğim sendin Park Jimin. Şimdi ise yanında nefes alabildiğim kişisin. Kader denilen şey ne kadar tuhaf, öyle değil mi? İmkansızlıklar bir anda yok oluveriyor.. ↬Fernweh; Almancada daha önce gidilmeyen bir yere duyulan özlem anlamını taşır. ━━━...