Kapının hafif tıkırtısı ile yerimden kalktım.
- Oh çok şükür!
Arslan koluna girdiği Emre'yi salondaki boş olan koltuğa götürdü.
Emre resmen ayakta uyuyordu. Kapıyı kilitledikten sonra Arslan'ın yanına gittim.
- Uzun süre gidince merak ettim. Başınıza bir şey geldi,sandım.
- İyiyiz ama bu aptalı sabah gerçekten de felaket bir baş ağrısı bekleyecek.
- İyi miydi? Herhangi bir olaya falan karışmış mı?
- Adam ayakta dahi zor duruyor,Deniz.
Bir sigara yaktı.
Yatağa oturdum.O ise pencereyi açmakla meşguldü
-Teşekkür ederim.
Güzel yüzü bana çevrildi.
- En kısa zamanda bu çocuğa bir kız ayarlamalıyız.
Güldüm.
Yerimden kalktım ve ona yaklaştım. Arkasından sarıldım ve başımı sırtına yasladım.
- Seni seviyorum.
Bana doğru döndü.
- Yarın.
Sigarasından bir nefes aldı.
- Ne?
Boş olan eli ile beni kendine daha çok yaklaştırdı.
- Sen ve ben.
Kalbim hızlandı.
- Ve?
- O tatile yarın başlayalım.
Gözlerindeki ışıltı beni heyecanlandırmıştı.
- Ama Melike...
- O işi bana bırak.
Sarıldım.
Yanağımdan öptü. Ve bunu boynuma bıraktığı öpücükler takip etti.
Ortalık aydınlanmaya başlamıştı ve biz biraz olsun dinlenememiştik bile.
-Uyusan iyi olacak.
Yanaklarımı sıktı.
- Yoksa tüm gün ayakta uyuklayacaksın.
Gülümsedim ve yatağına uzandım. Yanıma geldi ve simsiyah yorganını üzerime örttü.
- Hey bi dakika!
Soran gözlerle bana bakarken dudaklarında her zaman görmeyi istediğim o tatlı gülümsemesi vardı; hani şu beni benden alan gülümsemesi...
- Tatil...Yarın derken...Bugün mü yani?
Güldü.
- Matematiğin zayıf mı senin? Onu söylediğim sırada saat çoktan gece yarısını geçmişti.
- Ha ha ha.Uykum var tamam mı?
Yanıma oturdu ve dudaklarıma küçük, sıcak bir öpücük bıraktı.
- Sen uyumayı düşünmüyorsun sanırım?
Sağ kaşı yukarı kalkarken yüzünde yaramaz çocuk ifadesi belirdi.
- Yanına gelmemi istiyorsun...
Yüzündeki gülümseme daha da genişledi.
- Sarılmamı istiyorsun...
Evet Deniz? Kızardığımı hissedebiliyordum.Evet istediğim tam da bunlardı.Ama bunu söyleyebilir miydim? Neden olmasın? Her ne kadar içimi utanç kaplasa da ona bakmadan "Evet" cevabını verdim.
Yüzüne bakamadığım için ne gibi bir tepki verdiğini kestiremedim.Ama yanıma uzandı ve bana sarıldı. Kulağıma fısıldayan sesi her zamankinin aksine çok yumuşaktı:
-Çekinmen gereken bir şey yok. Utanıp,sıkılmamız çok saçma. Sen benimsin,ben de senin.
Nedense kendisinin bana ait olduğunu söylemesi hoşuma gitmişti.Belki de tam anlamıyla ilk defa fark edebilmiştim,onun beni sevdiğini. Derken dudaklarını benimkilerde hissettim.Bu öpücük hiç bitmesin istiyordum.
Güya uyuyacaktım ama Arslan ile sohbete dalmış ve iki saatin hakkından gelmiştik.
Kahvaltıyı birlikte hazırladık. Sonrasında ise misafirlerimizi uyandırma görevi ile ayrıldık. Odama gittim. Kapıyı bir iki kez çaldım. Ses gelmeyince içeri girdim. Yaprak hala yatıyordu. Arkası bana dönük olduğundan yüzünü göremiyordum. Yanına gittim ve oturdum.Beni izliyordu.
- Günaydın.
- Teşekkürler.
- Saçmalama Yaprak.
Pozisyonunu hiç değiştirmedi ve konuşmaya devam etti.
- Umarım eskisi gibi olabiliriz. Çünkü...
Yutkunurken gözlerine yaşlar doldu.
Yüzünden saçlarını çektim. Onu öyle görünce gözlerimin dolmasına engel olamadım.
- Sana ihtiyacım var.
Doğruldu.Hemen sarıldım.
- Anlat.
Kapı tıklatıldı. Arslan'ın kalın sesi duyuldu.
- Bayanlar sizi bekliyoruz.
- Geliyoruz.
Dedim ve tekrar ona döndüm.
Ayağa kalktı.
-Sonra konuşalım. Beklemesinler.
Başımı salladım. Neler olduğunu çok merak ediyordum. Ne olmuştu ki onu bu kadar etkileyen?
Salona geldiğimizde Savaş ve Arslan karşılıklı oturuyordu.Emre yüzünü yeni yıkamıştı. Yanımızdan geçerken başıyla selam verdi.Arslan ayağa kalktı ve mutfaktan bir fincan Türk kahvesi getirdi.
-Kendine gelirsin,biraz da olsa.
Bu konuda ümitsiz olduğunu sesi belli ediyordu.Ve haklıydı da.Yaprak Emre'nin yanına otururken o hala gözleri kapalıydı. Ve elleri başındaydı.
Yaprak ona fincanı yaklaştırırken ben de Arslan'ın yanına oturdum.
Bu masa...Çok tuhaftı. Farklı insanlar bir araya gelmişlerdi. "Bir daha mı? Asla!" dediğimiz kişilerle birazdan yemek yiyecektik.
Neyse ki kahvaltı sorunsuz geçmişti. Hatta neredeyse konuşma olmamıştı bile.
Salona geçmiş kahvelerimizi içerken Savaş konuştu.
- Yardımlarınız için teşekkür ederim.
Bunu ikimize bakarak söylemişti. Sonrasında bakışları yalnızca Arslan'a kaydı.
- Sağol.
Arslan tepki vermedi.O ise bu kez Yaprak'a döndü.Yaprak'ın yüzündeki ifadeden bir şey çıkaramamıştım.
O gidince kalanlarla daha bir samimi hava oluşmuştu.
Emre hala kendine gelememişti.
Arslan saatine baktı.
- Benim çıkmam gerek. Emre'yi bırakayım mı?
- Ah evet. Aslında iyi olur. Evi...
Sözümü kesti
-Ben Melike'nin yanını kastedmiştim.
Aslında oraya bırakması eve gitmesinden çok daha iyiydi.Melike onu kendine getirirdi.
- Bu daha iyi.
Yaprak'a iyi günler diledikten sonra çıkışa gittiler.Ben de peşlerine takıldım.
- İzin işini konuşacağım.
Başımı salladım.
- Siz de aranızdakileri halledin.
Tekrar başımı salladım.
Çıkmadan önce yanağımdan öptü ve Emre'ye destek olarak gitti.
Kapıyı kapattım ve Yaprak'ın yanına döndüm.
Kahvelerimiz bitince ona baktım.
- Ne zaman anlatacaksın?
- Nereden başlamalıyım,bilmiyorum.
- Dün geceden?
Başını salladı. Ağzına çikolata attı ve konuşmaya başladı.
- Rüzgar hava almak için dışarı çıkmıştı. Ben de peşinden gittim çünkü mesajıma cevap vermemişti. Dışarıda bulduğumda ise Savaş'ı dövüyordu. Birkaç kez bunu yapmamasını söyledim,aslında bağırdım. Ve ayırmaya çalıştım ama...Sonucu biliyorsun zaten.
-Yani asıl olay ne,sen de bilmiyorsun?
- Evet.
- Peki sence Savaş'ın orada bulunması tesadüf müydü?
- Bilemiyorum,Deniz.Onu anlamak çok zor.
- Sana yaptığı affedilemez.
Bir şey söylemek yerine başını başka yöne çevirdi.
- Üzülme lütfen. Her şey geçti,artık.
Ona sarıldım. O da bana.
Ve bir iki saat kadar konuştuk. Savaş ve yaşadığımız kötü olaylar hariç bir çok şeyden bahsettik.
Yaprak gidince ben de Melike'nin yanına gittim.
- Melike?
Kapıyı açtım.
- Emre masanın önündeki sandalyelerden birine adeta yıkılmıştı.
- Gel bakalım.
Melike'nin yüzündeki ifade hiç hoşuma gitmemişti.
-Ne bu hali?
- Bana mı...
- Bana kelime oyunları oynamaya kalkma Deniz! Neden bu hale gelmesine izin verdin?
Sinirlenmiştim.
- Ben elimden geleni yaptım.
-Demek ki yeterli değil.
- Ben ona karışamam! Kocaman adamı ben mi yöneteceğim?
Yeşil çayından bir yudum aldı.
- Özür dilerim. Sadece...Üzgünüm. Onu bu halde görmek beni çok üzüyor. Şu sıralar psikolojisi hiç iyi değil.
Başımı salladım.
- Bir kaç saatliğine işlerin başına geçmeni istiyorum. Onu eve götürmeliyim.
Emre'yi ayağa kaldırdı ve arabasına götürdü.
Masadaki notlara göz gezdirdim.O gelene kadar sadece bir çekim vardı. Stüdyonun hazırlanmasını haber verdim ve Arslan'ı aradım.
- Deniz'im?
- İzin alabildin mi? Merak ettim.
Bir süreliğine sessizlik oluştu.
- Gerçekten?
Güldü.
- Elbette aldım.
Tuttuğum nefesimi verdim.
- Melike çok sinirliydi.Korktum.
- Kimse bana hayır diyemez.
- Ya tabi tabi.
Güldü.
- Canım kapatmalıyım.
- Görüşürüz.
Bir saat kadar sonra Melike yanıma geldi.
- Tamam hadi sen git artık.
Bana baktı.
- Ee hadi! O psikopatla sorun yaşamak istemiyorum. Git.
Güldü.
- Ona sahip olmanı öneririm.
Gülümsedim.
- Tatlımmm. Benim demek istediğim başına her an kötü bir şey gelebilir.
- Melike abla çok kötüsün!
- Ben miyim o? Şuna bak,bir de abla diyor.
Güldük.
Evin yolunu tuttum.
Valizleri çıkardım ve birine benim eşyalarımı yerleştirmeye başladım.
Arslan'a mesaj attım:
"Kaç günlüğüne?"
"2"
Yüzümde gülümseme oluştu.
Benimkini hazırladıktan sonra onun odasına gittim. Tişörtlerine baktığımda pek fazla renk bulamadığım farkettim. En kısa zamanda ona cıvıl cıvıl renkleri olan kıyafetler almayı aklımın bir köşesine yazarken onu bu kıyafetlerin içinde düşündüm. Ve gülmeden edemedim.
İki siyah,bir yeşil ve bir de mavi tişörtünü yerleştirdim. Hazırladığım valizleri yan yana bıraktım ve yemek yapma işine giriştim.
Arslan gelir gelmez masaya oturduk.
- Valizleri hemen hazırlayalım.
- O iş bitti.
Gülümsedi.
- Peki o zaman.
Kalktı ve zulasının kapağını açtı. Evet, kendine ait bir mutfak dolabı vardı.
-Dört paket sigara aldı.
- Arslan?
Bana baktı. Paketlerden birini bıraktı.
- Arslan?
- Beni kullanıyorsun.
- Ne?
- Sevgimi kullanıyorsun.
Güldüm.
- Bunları başka birisi söylese,yapsa sonunu kestiremiyorum.
Bir paketi daha bıraktı.
Gülümsedim. Bu aslan bana gelince kedi mi oluyordu yani?Hayır,yani bu kedi hali miydi?
- Yola ne zaman çıkıyoruz?
- Birazdan.
Hemen yerimden kalktım ve odama gittim.Ceketimi ve makyaj malzemelerimin de içinde bulunduğu küçük kutuyu da çantama attım ve salona döndüm.
- Hazırım.
Gülümsedi.
- Hadi bakalım.
Valizleri o aldı. Ben de kapıyı kilitleyip onu takip ettim.
- Arabayla mı gideceğiz?
- Evet.Yol üzerinde görmeni istediğim yerler var.
- Bunu sevdim.
Evet,gerçekten sevmiştim.
Koltuğa geçtim. Kemerini taktı.
- Hazır mıyız?
Başımı salladım. Bir çocuk gibi heyecanlıydım.
Sigarasını yaktı ve motoru çalıştırdı.
Karanlık bastırırırken biz yollara düşmüştük.Ve ben gerçekten ama gerçekten çok mutluydum.Yaprak'ın Ağzından;
Hava kararmıştı.Ve Rüzgar ortalarda yoktu. Zilin çalması ile rahatladım. Ancak kapıyı açıp da karşımda Rüzgar yerine Savaş'ı bulunca şaşırdım. O da bunu fark etmişti.
- Lütfen Yaprak.Biraz konuşabilir miyiz?
Onu eve davet edemezdim.Ve aslında onu görmek dahi istemiyordum.
- Bir yere gidelim mi? Yakındaki bir kafeye?
Kararsızdım. Ama bunun nedeni korkumdan ötürüydü.
- Yemin ederim ki elimi dahi sürmeyeceğim.
- Seninle konuşmak istediğimi düşünüyor musun?
- İstemediğini biliyorum ama sana söylemem gerekenler var...Şeyden önce...
Gittikçe sessizleşmişti.
- Neyden önce?
- Gitmeden önce.
- Sen..gidiyor musun?
Başını salladı.
- Gidiyorum.Artık korkman gereken bir şey yok inan bana. Yalnızca konuşmak istiyorum.
Çok kararsızdım ve hala korkuyordum.
- Lütfen?
Ve bir anlık kararla kendimi ceketimi alıp dışarı çıkarken buldum.
- Verdiğin sözü unutma.En ufak bir şeyde...
- Polisi ararsın.Tamam?
Başımı salladım. Yürüyerek yakındaki bir kafeye geldik. İçerisi iyi ki oldukça kalabalıktı. Köşedeki küçük masaya gittik.
- İki kahve lütfen.
- Savaş kısa keselim.
Başını salladı.
- Ben... Ne dersem diyeyim,ne yaparsam yapayım geçmişi değiştiremem.Ya da beni affetmeni bekleyemem. Tek söyleyebileceğim şey... Çok... Üzgünüm. Seni üzmek amacım değildi. Sadece...
- Deniz'i istiyordun.Ve ben de maşaydım.
- Çok üzgünüm. Bunu bilmeni istiyorum. Ve...Evet amacım oydu.Ama çok pişmanım. Gerçekten bunu anlatmamın imkanı yok.Kalbimdeki acı öyle güçlü ki...
- Sen de kalp de mi vardı?
Yüzünden hüzün geçti. Ya da bunu o istedi.O mükemmel bir oyuncuydu ve inanmak pek olası değildi ya da akıllıca.
Kahvelerimizi içmeye başladık.
- Başka söylemek istediğin bir şey yok ise...
- Var. Lütfen. Pişman olduğumu bilmeni,beni anlamanı istiyorum.
Başka tarafa baktım.
- Kızgınsın,haklısın da.
- Sanırım bitti?
Kalkmaya çalışırken beni durdurdu.
- Lütfen bekle.
Cebinden bir kutu çıkardı.
- Bunu sana verebilir miyim?
Kutuyu önüme bıraktı.
- Ne bu?Ayrıca hiçbir şey almak falan istemiyorum.
- Lütfen al.Bunu verebileceğim tek kişisin.
Bir kutuya bir ona baktım. Emin olamadım. Yine hastalıklı oyunlarından birini oynuyor olabilirdi.
- Lütfen. Yaprak bana söz ver. Bunu saklayacağına dair.
- Neden bunu yapayım?
- Lütfen.
Gözlerinde samimiyet mi vardı yoksa bu da başka bir maske miydi?
- Aldığını görmek istiyorum.
Kutuyu aldım.
Yüzünde önceleri çok beğendiğim ama şimdi görmek istemediğim gülümseme belirdi.
- Teşekkür ederim.
Ayağa kalktı.
- Bana zaman ayırdın. Çok minnettarım.
Sarılmak ister gibi bir hali vardı ama oralı olmadım. Dışarı çıktık. Bana doğru yaklaştı.
- Yaprak...Söylemek istediğim şey... Seni çok sevdi... Seni çok seviyorum.
Kalbim hızlandı. Bu aptalın derdi neydi? Nasıl böyle birine hala ilgi duyabiliryordu? Ah bu kalp beni öldürüyordu.
- Evine bırakayım?
- Ben giderim.
Ironik bir ifade yüzünde beliriverdi.
- Ben de öyle düşünmüştüm.
Kısa bir süre gözlerimin içine baktı. Yüzünde bir gülümseme oluştu.
- Kendine iyi bak. İyi geceler.
Sarı saçları ve güzel gözleri son kez kafenin ışıkları altında parladı. Karanlığa karışırken ben ise evime yöneldim. Elimi cebime koyduğumda kutuyu hissettim. Bu çocuğu hiçbir zaman çözememiştim.
Eve geldiğimde hala Rüzgar yoktu. Kapıyı kilitledim. Ballı süt hazırladım. Odama geçtim ve ceketimi dolaba yerleştirdim.Cebindeki kutuyu dışarı çıkarıp masaya bıraktım.
Moda dergilerimden birini alıp okumaya başladım. Sütün bitmesi ile masada duran kutu yine dikkatimi çekti. Ne olduğunu çok merak ediyordum. Sonunda açmaya karar verdim.Ve gördüğüm şeyle şaşkınlığa uğradım. Bunun gibi bir şeyi neden bana vermişti ki? Böyle bir şey kolayca başka birisine verilebilecek türden bir şey değildi. Sonuçta eski ve değerliydi. Yeşil yakut ile süslenmiş yüzük, kutusunda bana bakıyordu. Arkasındaki küçük notu gördüm.
"Ancak sana ait olabilir."
Bu da ne demekti şimdi? Savaş'ın akıl sağlığından süphelenmeye başlamıştım.
Telefonumu açıp numarasını tuşladım. Kapalıydı. Başka bir numarayı çevirdim.
Taksi gelir gelmez hemen evin adresini verdim. Kapısına geldiğimde korumaları göremedim. İlginçti.
Zile bastım. Birkaç kez tekrarladım ama açmadı. Halbuki evin lambaları yanıyordu. Yan taraftaki pencereye yöneldim. Açıktı. İçeri doğru seslendim.Cevap gelmedi. Artık endişelenmeye başlamıştım.
-Savaş?!
İçeri atladım ve pencereyi kapattım.
- Savaş?!
Üst kata çıktım. Kapısı yarı açık olan odaya girdim. Ve onu gördüm. Gözlerim ardına kadar açıldı.
- Savaaaş!!!Okuduğunuz için teşekkürler :)
Lütfen listenize eklemeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Beğendiğseniz oylarınızı eksik etmeyin ^ ^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Psikopat Sevgilim 2
Ficção Adolescente-Yeter artık Deniz! Kendine gel! -Ben kendimdeyim, zaten. Elleri saçlarını karıştırdı. İlerideki cam şişeye bir tekme attı. - Gerçekten, ne yapıyorsun Deniz? - Oturuyorum? Beni oturduğum yerden kaldırdı ve kolumdan sıkıca tuttu. - Gözlerime bak. Sen...