"Sen hâlâ yaşıyor musun ya?"
Kafamı telefonumdan kaldırıp kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde başımda dikilen orospuya baktım. Maalesef ki evet, yaşıyorum. Yaşıyorum, yaşıyorum da bundan sana ne fahişe hanım?
Telefonumun ekranını kapatıp cebime atarken ayağa kalktım ve tam karşısına geçtim "Bunun seni bu kadar sevindireceğini düşünmemiştim Cansucuk?"
Soğuk bir şekilde gülüp bana bir adım yaklaştı "Biliyor musun..." dedi, alaycıl bir ifadeyle "Sana acıyorum."
Siktim seni kızım! Elimle çakma sarı saçlarını tutup çektiğimde acıyla inledi. Tehditkar bir şekilde tek kaşımı kaldırdım "Anlamadım? Bir daha söylesene."
Sessiz kalıp hiçbir şey söylemediğinde saçında olan elimle onu biraz ötemizdeki duvara ittim "Ben de öyle düşünmüştüm."
O sürtüğün acıyla inlemelerini umursamayıp bizi seyreden kalabalığı yararak sınıftan çıktım. Bu görüntüye artık alışmış olmaları gerekiyordu.
Müdürün odasına kapıyı çalmadan girip masasının yanındaki koltuğa oturduğumda bana sinirli bir şekilde baktı "Sen ne yaptığını sanıyorsun küçük hanım?"
Ona ifadesizce baktım. Bu yaşlı moruğu babamdan çok görüyordum ve bir gün dayanamayıp onun da ağzına sıçacaktım.
"Lafı uzatmayacağım. Sen çağırmadan ben geleyim dedim, Cansu'yu dövdüm."
Bana baygınca bakıp büyük bir of çekti. Ne olmuştu ki? Dürüst olmak suç muydu?
Sandalyesinde öne doğru kayıp kollarını masaya yasladı "Bak kızım, sana şimdiye kadar çok fazla tolerans gösterdim ama artık..-" demesine kalmadan her zamanki gibi soğuk çıkan sesimle lafını kestim "Sadede gel, müdür."
Bana iğrenerek baktı "Sen ne kadar saygısız, terbiyesiz bir çocuksun böyle?"
Üst dudağımı dişlerimin arasına alıp gözlerimi kapattım. Benim bu zamana kadar bana saygıyı, en önemlisi sevgiyi öğretecek bir ailem olmamıştı ki. Mutluluk neydi bilmiyordum, sevinç neydi bilmiyordum... Ben sadece acı çekmeyi biliyordum. O da zaten en iyi yaptığım şeydi.
Az önce sıkıca kapattığım gözlerimi açtım. Güçlüydüm ben. Her zaman güçlü olmuştum. Olacaktım da. Kimsenin beni yıkmasına izin vermeyecektim. Yıkılmak istersem, kendi kendimi yıkacaktım. Eğer beni başkası yıkmaya çalışırsa, ben onu yıkacaktım. Şimdi de aynısı olacaktı.
Kaşlarımı kaldırırken yüzüme alaycıl bir ifade yerleştirdim "Bunu bana, bulduğu her fırsatta İngilizce öğretmenimiz olan Alev Hanım ile kırıştıran müdür bey mi söylüyor?"
Bir an duraksadı ve bakışlarını benden kaçırıp yere indirdi. Evet yıkılmamıştım, yıkmıştım. Derin bir nefes alıp elimi yavaşça masaya vurdum "Neyse müdür. Sen söyle bakalım, beni okuldan attın artık, değil mi?"
Atacaktı. Bal gibi de atacaktı, biliyordum. Çünkü az önce söylediklerim, tehdit içerikli mesajlardı. Eğer beni okuldan atmazsa herkese söylerdim, Alev hocayı karısına kuma getireceğini. Evet, yerimde başka bir öğrenci olsa elindeki bu kozu okuldan atılmak için değil, okulda kalmak için kullanırdı ama ben öyle değildim. Ne okumak istiyordum, ne yaşamak. Ama ikisini yapmaya da beni zorlayan sebepler vardı işte. Babam gibi...
Müdür kafasını olumlu anlamda salladığında ellerimi birbirine vurdum "Tüh! Çok da üzüldüm."
Oturduğum koltuktan kalkıp önce müdürün odasından, ardından da okuldan çıktım. Hem de, bir daha adımımı atmamak üzere.
— — —
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYATIN UMUDU
Non-FictionBen kalbimi öyle derinlere sakladım ki, kimse ulaşamıyor. Ben öyle bir hissizleştim ki, kimse canımı acıtamıyor. Ben artık gülmekten öyle uzağım ki, yanağımdaki o küçük çukur hiç görünmüyor. Ben o kadar çirkinleştim ki, ayna bile bana bakmıyor. Ben...