Umut AlacaBiri size gökyüzü ne renk, diye sorsa ne cevap verirsiniz? Mavi mi? Hayır. Ben siyah derim. Neden mi? Gökyüzü denince basit insanların aklına gündüz gelir. Gökyüzünün rengi gündüzleri mavidir. Ama benim gibi kırık insanların aklına gökyüzü deyince gece gelir. O gecedeki gökyüzünün simsiyah rengi... Yani kısacası insan içindekileri çok küçük ayrıntılarla dışa vurur. Bazen söylediği birkaç kelimelik cümlelerde, bazen de giydiği kıyafetlerin renginde belli eder içindeki karanlığı. Öyle küçük ayrıntılarda saklıdır ki bu ayrıntı, kimse görmez. Zaten kişi, bunu biri görsün istemez. O sadece içindeki kırıklığı ince ince dışa vurup biraz olsun bundan kurtulmaya çalışır. Ama nafiledir. Kurtulamaz. Ne yaparsa yapsın, kurtulamaz. İçindeki o karanlık bir şekilde içinde herhangi bir yerde saklanır. Gitmez.
Boş evin içinde yankılanan zil sesi ile ofladım. İki dakika uyutmuyorlardı insanı. Yatağımdan küfrederek kalkarken elimi saçlarımdan geçirip zaten dağıtık olan saçlarımı iyice dağıttım. O sırada gözüm duvardaki saate ilişti. 02.35? Bu saatte kimdi ki? Ulan Özoğuz, yine sensen elimden kurtulamazsın. Sikerim seni Barış Özoğuz!
Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm bir adet Hayat Alaca ile duraksadım. Ne yalan söyleyim bu kız biraz tuhafıma gidiyordu. Sanki dıştan güçlü gibi görünmeye çalışan ama içinde korkak, minik bir kedi varmış gibiydi. İlk tanıştığımız gün ona çektiğim silahı alnına dayaması cesaret gerektirirdi evet ama ne bileyim işte. Bana kalırsa içinde böyle cesur bir kız yoktu onun.
Nedeninin uykusuzluk mu yoksa sarhoşluk mu olduğunu bilmediğim sersem tavırlarıyla kaşlarını çatarken sanırım istemsizce kapanan gözlerini zorlukla açık tutmaya çalışıyordu "İçeri gir, Alptekin." dediğinde tek kaşımı kaldırdım. Eğer şimdi ayık bir kafada olsaydı onunla inatlaşırdım ama şu an sarhoşluğuna veriyordum. Hem zaten ne yapacağını da merak etmiyor değildim.
Kafamı sallayıp birkaç adım geriledim ve içeri girmesi için ona yol verdim. Buna karşılık da o sarsak adımlarla içeri girdi ve önümden geçip salona girdi. Ben de arkasından girdim ve onun oturduğu ikili koltuğun diğer ucuna oturdum. Ardından bir kolumu koltuğun başlığına atıp ona döndüm "Buyur?"
Bana işaret parmağını kaldırıp bir dakika işareti yaptı ve koltukta biraz öne gelerek elini arkasına attı. Ardından elini geri çektiğinde avcundaki siyah silahın namlusunu yanağına dayadı "Gelelim sebebi ziyaretimize..." derken ayağa kalkıp bana doğru atıldı fakat birkaç adım atamadan göz kapakları hafif kapandı ve koltuğa, yanıma, düştü. Omuz hizamda kalan kafasını kaldırıp yüzüme baktığında göz göze geldik. Kahvenin en koyu tonu gözlerinden uyku akıyordu. Yüzüme çarpan hafif alkol kokusu nedense bana hoş gelirken gözlerini kırpıştırdı. Upuzun, kıvrımlı kirpikleri aşağı yukarı hareket ederken dudaklarını ıslattı. Bir süre gözleri gözlerimde tutuklu kaldıktan sonra kafasını aşağı eğdiğinde ben de boğazımı temizleyip oturduğum yerde dikleştim. Kız elinde silahla evime geliyordu, ben onun yüzünü inceliyordum. Allahım sen çarpma...
Koltuğa düşerken elinden koltuğa kayan silahı tekrar eline alıp bana doğrulttu "Seni öldürmeye geldim, Alptekin." diye mırıldanırken gözleri daha fazla uykusuzluğa direnememiş olmalı ki, kafası omzuma düştü. Bununla birlikte silahın namlusu göğsüme değerken göz kapakları kahvenin en güzel tonundaki gözlerini yavaşça örttü "Sen bu kirli dünyada yaşamayı hak etmiyorsun..."
Göğsümdeki silah biraz kıpırdadıktan sonra tetik çekildi. Çekildi ama vurmadı çünkü elindeki içi boş bir silahtı. Tıpkı birbirimizi ilk gördüğümüz gün, benim ona doğrulttuğum silah gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYATIN UMUDU
Non-FictionBen kalbimi öyle derinlere sakladım ki, kimse ulaşamıyor. Ben öyle bir hissizleştim ki, kimse canımı acıtamıyor. Ben artık gülmekten öyle uzağım ki, yanağımdaki o küçük çukur hiç görünmüyor. Ben o kadar çirkinleştim ki, ayna bile bana bakmıyor. Ben...