Dikkat dikkat! Sıradaki yani, 10.0 isimli bölüm FİNAL olacaktır, bilginize. Sizi çok sevdiğimi söylemiş miydim?
Bilmem kaçıncı ders saatinde sıkıntıdan telefonumla uğraşıyordum. Şu tahtada bir şeyler anlatan ve kendini öğretmen sanan insanın sesi o kadar iticiydi ki, yanıma kulaklıklarımı almadığım için kendime küfür ettim. Eğer yanımda olsalardı belki dinlediğim güzel müzikler sayesinde kulak zarımı rahatlatabilirdim.
Dersin ortalarına doğru, zaten elimde olan telefonuma mesaj geldiğinde kaşlarımı çattım ve oynadığım araba yarışını yarıda bırakıp mesajı açtım. Eğer indirim mesajıysa o mağazayı bulur, her bir ürününü tek tek sikerdim. Araba yarışımı yarım bırakmıştım be, boru mu?
Gelen: Ayyaş Alptekin
Dersim boş. Olur da dersten kaçarsan hani, arka bahçedeyim ;)
Bu mesajına karşılık kendi kendime gülmek istesem de yapmadım çünkü kalabalık ortamdaydım ve güldüğümü başkasının görmesi olasıydı. Oysaki ben, gülüşümü sadece sarhoş olduğum adamın görmesini istiyordum. Sadece ona gülmek...
Tek oturduğum için sıranın diğer ucuna ittirdiğim çantamı tek omzuma taktım ve kendini öğretmen sanıp bir şeyler anlatmaya çalışan adamın yanına gittim "Hocam tuvalete gidebilir miyim?" Diye sorduğumda adam kaşlarını çatarak beni dikkatlice süzdükten sonra ellerini beyaz önlüğünün ceplerine soktu "Çantayla mı?"
Sorduğu soruya karşılık sinirle gözlerimi sıktım. Senden izin aldığıma dua et be sen! Bir de çantayla mı diye soruyor. Normalde olsa sormadan direkt çantamı alıp çıkardım ama kendini babam sanan adam yüzünden yapmıyordum işte. O iğrenç sesini bir kez daha duymak istemediğim için...
Hocaya biraz yaklaşıp kulağına eğildim "Hocam kızsal meseleler..." diye fısıldadığımda yüzünün aldığı ifade öylesine komikti ki... Ah be hoca, bunlar hep amerikanın oyunları değil mi? Aynen aynen, bence de. Hem erkeksin de sen. Acıdım.
Hoca gözlerini benden alıp masasına oturduğunda sırıtıp hızlı adımlarla sınıftan çıktım. Kesinlikle ben rezil olmamıştım, o mahçup olmuştu. Buna emin olabilirdiniz.
Okulun arka kapısından arka bahçeye çıktığımda henüz ders saatinde olduğumuz için kimsecikler yoktu. Hatta ne yazık ki Alptekin bile. Kaşlarımı çatıp büyük ve boş bahçeyi birkaç kez gözlerimle taradım ancak onu hâlâ göremiyordum. Sıkıntıyla ofladım "Burada değil miydin Alptekin?" Diye mırıldanırken cebimden telefonumu çıkardım. Rehberden onun ismini bulup aradığımda telefonun zil sesi yakınlardan bir yerlerden duyuldu. Zaten çatık olan kaşlarımı sanki mümkünmüş gibi daha da çatıp sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Biraz yürüdüğümde sesin, bahçenin en ücra köşesindeki banktan geldiğini anladım. Bu telefonun ekranında benim ismim yazıyordu. Ayyaş Alaca...
Bu Alptekin'in telefonuydu. Onun telefonu buradaydı. Ama kendisi? Kendisi neredeydi? Acaba acil bir durum olmuştu da, telefonunu unutup gitmiş miydi? Hayır... Öyle bir şey olsa haberi telefondan alacağı için onu burada unutması imkansızdı. Ee o zaman?
"Allah Allah..." diye mırıldanırken kulağıma dayadığım telefonu indirdim ve aramayı sonlandırdım. Bununla birlikte bankın üstüne çalan telefon da sustuğunda ayağımı sertçe yere vurdum "Of Alptekin ya! Neredesin?" Diye bağırırken hâlâ birkaç adım ötemdeki bankın üstünde duran Alptekin'in telefonu tekrar çalmaya başladı. Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırırken elimde duran kendi telefonuma baktım. Onu arayan kişi bu kez ben değildim. Peki o zaman kimdi?
Birkaç adım attığımda telefonun olduğu bankın tam önüne gelmiştim bile. Eğilip hızla telefonu elime aldım. Bilinmeyen... İsim yazmıyordu. Bu arayan her kimse numarasını gizlemişti ve şu an burada olan her şey benim tuhafıma gidiyordu. Burada neler oluyordu böyle?
Neredeyse sonlanmak üzere olan aramayı, yeşil tuşu kaydırarak cevapladım. Telefonu kulağıma dayarken elim titriyordu. Kötü bir şeyler oluyordu. Bunu hissediyordum.
"Alo?" Diye titrek bir ses tonunda konuşurken yalnızca sesim değil, içim de titremişti. Korkuyordum. Alptekin şu anda iyi değildi. Hiç iyi değildi. Bunu biliyordum.
"Nihayet, Alaca. Hiç açamayacaksın sanmıştım." Diyen tanıdık ses tonu kulaklarıma dolarken gözümden yanağıma bir damla yaş süzüldü. Biliyordum işte. Bu iş her neyse onun bir parmağı vardı ve Alptekin şu an iyi değildi. Ona bir şey yapmıştı!
"Özoğuz?" Diye sorarcasına konuştuğumda karşı taraftan bir kahkaha sesi yükseldi. Ancak bu kahkaha sesi sanki sadece telefondan değil de dışardan da geliyormuş gibiydi.
"Merak etme Alaca, sevgilin şu an için iyi sayılır. Ama dediğim gibi, sadece şu an için..."
Bu sözleri söylerkenki sesi de bana çok yakınımdaymış gibi gelirken biraz olsun kendime gelebilmek amacıyla kafamı iki yana salladım. Korktuğum için saçma sapan şeyler duyuyordum. Ama şimdi bunların sırası değildi. Alptekin'i, sarhoş olduğum adamı, kurtarmam gerekiyordu ancak sesimi bile çıkaramıyordum. Tüm bedenim kilitlenmiş durumdaydı sanki...
"Bu arada Alaca... Sakın arakana bakma."
Söylediği bu sözler ile tam arkamı dönmek için bir hamle yapmıştım ki, enseme çöken bir ağırlıkla gözlerim kararırken vücudum yerle buluştu.
Etraf tamamen kararmadan önce duyduğum tek şey Özoğuz'un o çirkin mi çirkin sesiydi "Sana arkana bakmamanı söylemiştim değil mi, Hayat Alaca."
___ ___ ___
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYATIN UMUDU
Non-FictionBen kalbimi öyle derinlere sakladım ki, kimse ulaşamıyor. Ben öyle bir hissizleştim ki, kimse canımı acıtamıyor. Ben artık gülmekten öyle uzağım ki, yanağımdaki o küçük çukur hiç görünmüyor. Ben o kadar çirkinleştim ki, ayna bile bana bakmıyor. Ben...