Karanlık ve ıssız bir orman burası. Etraf sessiz, ağaçlardan başka hiçbir şey yok. Üzerimdeki beyaz, uzun elbise ile küçük adımlar atıyorum. Hafifçe yağmur yağıyor. Bir süre yürüyorum öylece. Biraz sonra ileride siyah bir kadın silüeti görünüyor. Yine aynı kadın silüeti...
"Anne?" Diye sesleniyorum, titrek ses tonumla "Anne sensin değil mi? Burası çok karanlık."
Hiçbir tepki vermiyor. Verse bile bana arkası dönük olduğu için göremiyorum. Yanına gidip yüzüne bakmak istiyorum ama ben ona ne kadar adım atarsam o benden o kadar uzaklaşıyor. Bunun için duruyorum, bekliyorum. O benden uzaklaşmasın diye, elim kolum bağlı bekliyorum.
"Anne, nereye gidiyorsun?" Diye bağırıyorum telaşla. Çünkü gidiyor. Beni bırakıp tek başına karanlık ormanın içine dalıyor. Öylece kalıyorum, tek başıma. Yalnızlığımla baş başa...
"Anne, gitme!" Diye bağırırken ani bir şekilde yataktan doğruldum. Vücudum terler içinde kalmıştı. Çocukluğumdan bu yana sürekli gördüğüm bu aynı kabus, beni mahvediyordu. İçimde en derinlerdeki anne boşluğunu inceden sızlatıyordu.
Gözlerimden yanaklarıma doğru yaşlar süzülürken hızlıca yataktan kalktım. Saat gecenin kaçı olduğunu umursamadan evden çıktım. Apartmanın merdivenlerini koşarak inerken koridorda ağlayış seslerim yankılanıyordu.
Bazen keşke diyordum içimden, keşke onun yüzü aklımda olsaydı. Beni ve babamı terk edip gittiğinde o kadar küçüktüm ki, yüzüne dair hatırladığım tek şey yemyeşil gözleriydi. Onun gözlerinin yeşili öyle güzeldi ki, ne zümrüt ne de fıstık betimleyebilirdi o gözleri. Eşi benzeri olabilir miydi ki, o güzel gözlerin?
Apartmandan çıktığım anda gecenin temiz havasını çektim ciğerlerime. Buna ihtiyacım vardı.
"Alaca?"
Bana soy adımla seslenmeyi ilke edinen Umut'un sesi ile duraksadım. Beni ağlarken göremezdi. Sadece o değil, beni ağlarken kimse göremezdi. İçimde bir yerlerde saklanan bu güçsüz kızı kimse bilemezdi.
"Sen ağlıyor musun?" diye sorduğunda koşmaya başladım. Evet ağlıyorum, ağlıyorum! Allah kahretsin ki, ben dışardan göründüğüm gibi güçlü bir kız değilim. Allah kahretsin ki, değilim. Değilim işte!
Gecenin karanlık sokaklarında koşarken Alptekin de peşimdeydi. İlla görecekti yani, güçsüz beni. İlla bana çakma cesur kız demesini haklı çıkaracaktı yani.
Issız ve karanlık bir sokağa girdiğimde durdum ve gökyüzüne baktım. Ay ışığını görmem gerekiyordu. Karanlık beni her zaman ürkütmüştü ve geceleri ay ışığını görmem gerekiyordu. Aksi halde kriz geçirecek raddeye geliyordum. Bilmiyordum, belki bu karanlık fobimin oluşumunun altında yatan sebep çocukluğumdan bu yana gördüğüm o karanlık kabustu. Ama ne yapabilirdim ki, en azından o kabusta annemin yüzünü olmasa da silüetini görüyordum. O kabus, beni kim olduğunu bilmediğim anneme bağlayan tek şeydi. Yani o kabusa bile ihtiyacım vardı.
Gökyüzünde parlayan ayı gördüğümde derin bir nefes aldım. Ay güneşten daha güzel...
"Alaca?"
Ah, Alptekin'i unutmuştum. Şu an yanımda duruyor, yüzüme bakıyordu. Ve lanet olsun ki, ağladığımı görmüştü
"Ağlıyorsun..." diye mırıldandığında ellerimle gözlerimi sildim. Sildim ama sildiğim göz yaşlarımın yerini yenilerinin alması fazla uzun sürmedi.
Tam ağzını açtığı sırada konuşmasına izin vermedim "Ne olur bir şey sorma..." diye mırıldanıp arkamdaki duvara yaslandım ve sırtımı duvara sürterek yere oturdum. Ağlamaktan içleri acıyan gözlerimi kapatıp kafamı duvara yaslarken Umut'un yanıma oturduğunu hissettim. Biraz önce kapattığım gözlerimi hafifçe açarken tıpkı anneminki gibi yemyeşil gözlerinin tam içine baktım "Bana sarılır mısın?"
Umut Alptekin
Onu ilk kez böyle görüyordum. Böylesine savunmasız, böylesine güçsüz... Yakışmıyordu ona böylesi. Onu tanıdığımda gerçekten cesur bir kız olduğunu anlamıştım. İçindeki bu güçsüz kızı önceden tahmin etmiştim evet ama ne bileyim, bu kadar değildi ki. Dışının buzdan farkı yoktu, içi yangın yeriydi. O yangınları da en iyi ben bilirdim ya, neyse...
Gece uyuyamadığım için salonda televizyon izlerken duymuştum ağlayış seslerini. Apartman inlemişti resmen. Hemen peşinden koşmuştum. Tek başına ağlasın istememiştim çünkü. İçini kendine değil de başkasına söksün, biraz olsun rahatlasın istemiştim. Ama o, ona soru sormamı istememişti. O içini bırak başkasına dökmeyi, kendisine bile dökmek istememişti ki. Çünkü biliyordu ki; bir kere dökerse içini, bir daha toplayamazdı. Toparlanamazdı.
Bana sorduğu soruya karşılık biraz afallasam da hemen onu kendime çekip kollarımı sırtına doladım. O da başını göğsüme saklayıp kollarını belime sararken hâlâ ağlıyordu. Onu bu kadar ağlatacak ne olmuştu, bilemiyordum ama hak etmiyordu. Bu kadar göz yaşını gerçekten hak etmiyordu. Dışarıdan güçlü görünmek kolay değildi. Ama o bunu başarıyordu ve içinin bu kadar ateş atması haksızlıktı. Ona haksızlıktı...
Saatin geç olmasının verdiği sersemlik ve göğsüme yatmasının getirdiği uyku hali onu mayıştırırken kafası hafifçe hareket etti "Beni sarhoş ediyorsun, Alptekin." diye mırıldandı, mayışmış sesiyle ve gözleri kapanmadan önce ekledi "Gitgide sana sarhoş oluyorum."
Söylediği cümlenin anlamı ile ben de sarhoş olurken uyku halinde olmasının verdiği rahatlıkla elimi saçlarına götürüp okşadım. Ardından saçının bir tutamını burnuma yaklaştırıp kokusunu içime çektim "O halde izin ver, biraz da ben sana sarhoş olayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYATIN UMUDU
Non-FictionBen kalbimi öyle derinlere sakladım ki, kimse ulaşamıyor. Ben öyle bir hissizleştim ki, kimse canımı acıtamıyor. Ben artık gülmekten öyle uzağım ki, yanağımdaki o küçük çukur hiç görünmüyor. Ben o kadar çirkinleştim ki, ayna bile bana bakmıyor. Ben...