1- "gün ağarmadan, uyuyamam"
Başımı çıkardığım kahverengi, eski pencere bir türlü sabit durmayı bilmiyor, sürekli omuzlarıma çarparak kapanmaya çalışıyor.
Bir gidiyor, bir geliyor. Gidip, gelirken çıkardığı cızırtılı ses ne kadar rahatsız edici olsa da o an ona katlanmak dışında başka bir şey yapamıyorum. O kadar çok vuruyor ki omzuma, omzum sızlamaya başlıyor. Sanırsam üzerimdeki örgü, kırmızı hırka düşündüğüm kadar kalın değil. Büyükanneme kalın bir hırka örmesini söylemem gerektiğini düşünüyorum, düşündüğümü unutmamak için de üçden fazla kez tekrar ediyorum.
Bu sıralar her şeyi unutuyorum. O hariç.Omzuma değen pencereye, kavruk tenimin en belirgin olduğu yerimi, parmaklarımı yaslıyorum. Pencerenin pürüzlü yüzeyini ellerimin altında hissediyorum. Tam o an da yine ciğerlerime alamadığım oksijenin eksiliğini hissediyorum ve pencereyi yeniden itekliyorum. Çok geçmeden yine omzumu taciz etmeye başlıyor... Oysa ki nefes almaya çalışan vücudum için kafamın dışarıda olması zorunlu. Yani şu anlık. Yani artık bir alışkanlık olmuş olan şu anlık. Her gün, her gün nefes almak için kendimi bu pencerede buluyorum, ya da başka bir hava alınabilen yerde. Tanrı şahit ya, pencerenin önünde kimsenin olmaması beni kimsenin göremeyecek olması anlamına geldiği için seviniyorum. Eminim ki nefes almaya çalışırken cebelleşen beni görecek olsalardı, gülerlerdi. Ya da akıl hastanesini ararlardı...
Nefes alış verişlerimi düzenlemem bir günde kaç dakikamı alıyor? Her gün en az iki kez onları gördüğümü düşünürsek... En az yarım saat. Onları görme sayımın onu aştığını hatırlıyorum. O zaman daha kötü oluyorum.
Bazen öyle oluyor ki, panik ataklarım başlıyor. Beni en acınası duruma sokan o lanet krizlerim. Bir de onun önünde olduğumda...ellerini yanaklarımda hissedişimi unutamıyorum. Bana dokunduğu ilk an değil ama bana ben o durumdayken dokunmamalı, hislerimle oynaması hoş olmuyor. Haksız olmadığımı düşünüyorum.
Artık delirecek duruma geliyorum, kendimle konuşacak kadar.
"Evet haksız değilsin Jongin..." diyerek karnımı pencereden ayırıyorum. Karnımı o kadar dışarıya ittirmeye çalışmışım ki, kaburgama bastıran acıyı ayrılınca fark ediyorum. Yüzümü buruşturuyorum. Her gün bu acıyı çeke çeke kaburgam ikiye ayrılacak!
Aynaya bakıyorum, gözlerim ve dudaklarım şişmiş. Ne zaman uyuyamasam böyle oluyor.
Gün ağarmadan, uyuyamıyorum. Gün ağarsa, Sehun'u düşünmekten uyuyamıyorum. Gecenin ortasında bile Sehun aklıma bir güneş gibi doğuyor, uyuyamıyorum. Gözlerim bu nedenle hep şiş oluyor, onun yüzünden olan bu şey hoşuma gitmeye başlıyor.Sehun bir insanı öldürse, o bile en güzel bir ölü olurdu! Ölünün güzeli mi olur dersiniz, oluyor. Tabi onu Sehun öldürürse...
Düşüncelerimi bölen bir ses duyuyorum.
"Jongin! Jongin pencereye çık!" Bağıran sese bir kez daha yüzümü buruşturuyorum. Rüzgarın etkisiyle hala sallanıp duran pencereye doğru ilerlediğimde gördüğüm kişi Yixing'den bir başkası olmuyor. "Aşağı insene! Neyi bekliyorsun geç kalıyoruz." demesine karşın başımı sallıyorum ve aşağı inmeye başlıyorum.
Ben salına salına inerken o konuşmaktan geri kalmayarak bana bir şeyler saydırıyor...
Nasıl ses telleriyse, evin içine bağırırken sanki normal konuşuyormuş gibi, beni şaşırtıyor. Garip bir insan olmasıyla.
Çıkış kapısının yanındaki kahverengi koyu dolaptan anahtarları alırken çantamın da omzumda olduğuna emin oluyorum. Sadece dolap değil, evin çoğu yeri kahverengi, koyu yeşil ve griden ibaret. Ev aslında küçük sayılabilecek bir derecede fakat iki katı olması oda açısından sayıyı arttırmaya yardımcı oluyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight | sekai
Fanfiction"Mutlu olamasak bile, uzun...uzun yıllar birlikte olalım."