4- "sevdiği onu doğuruyormuş!"
Kai,
Günümüz.
Hayatınızın hiçbir döneminde kendinizi, gereksiz hissettiğiniz oldu mu?
Ya da...siz olmasanız, yaşamasanız hayatta hiçbir değişikliğin olmayacağını düşündüğünüz o anlardan birini yaşadınız mı?
Ben hayatımın üçte birini üzgün, üçte birini ezik, üçte birini de kriz esnalarında geçirdim. Üzgün olmak benimle bütünleşmişti, ya da sinirli olmak?
Evet sinirli olmak...
Teşhisim buydu, sinir hastasıydım.
On iki yaşımda büyükannemin elini tutarak girdiğim o klinikten "sinir hastası" teşhisi ile çıkıvermiştim.
Büyükannem, bana kıyamamış, tüm yol boyunca yollara gözyaşlarını hediye etmişti.
Insan sinirden hasta mı olur diye düşünüyordum. Bir insan neden sinirlenince hasta olur ki? Sakinleşirsin, geçer zannediyordum. Sorun sakinleşememekteymiş oysa ki.Hiçbir zaman sakin olamadım.
Sinir hastası kelimesinin tam olarak açıklamasını bile bilmiyordum ki! Kendimi sakinleştirmeyi nasıl öğrenebilirdim? On iki yaşında olmak, böyle bir şeydi.
Kendimi, sinirimi kontrol etmeye çalışmam yıllarımı aldı. Insanlar "Sakin ol." deyince sakinleştiğimi zannediyordu belli ki, oysa hiçbirinin o boktan lafları kriz anında etki etmiyordu. Doğrusu edemiyordu.
Sakinleşmem için düşünmem lazımdı. Ölmeyeceğimi falan mesela.
"Sakin ol." demeleri yerine, "İyi olacaksın, başka bir şeyler düşün." demeleri daha uygun olabilirdi.
Belki o an yanımda olma zahmeti göstermiş insanlara ayıp ediyordum ama öyleydi!
İlk aylarda sadece ayda bir kriz geçirirdim, bazı günler durup dururken sadece önceden kriz geçirdiğim bir yere gittiğimde o günü hatırlayıp kriz geçiriyordum.
Bu bir kısır döngü gibiydi. Babanın oğluna, oğlunun karısına, karısının kızına, kızının ise bebeklerine bağırıp durması gibiydi.
O gün okulun kantininde kriz geçiriyordum, ertesi gün aynı sandalyeye oturursam,bunu hatırlayan vücudum bana eziyet etmek için(?) yeniden tepki veriyordu. Ve diğer çocuklar da beni izliyordu. Evlerine gidip, beni annelerine anlatıyorlardı.
Anneleri okula geliyordu, öğretmenime çocuklarının psikolojilerini bozduğumu(?) söyleyip, okuldan atılmamı sağlıyorlardı.Okuldan gitmem, sorun değildi. Zaten onlarca kez okul değişmiştim. İnsanların değişmesini de bekliyor değildim, onlar aptaldı fakat...
Fakat neden herkes çocuğunun psikolojisini(!) düşünürken benimkini düşünmüyorlardı? Eğer ki bozuk olan bir psikoloji varsa, o da benim psikolojimdi!Hadi ama doğruyu konuşalım, şimdi hangi velinin çocuğu ölümle yüz yüze gelmiş gibi ağlayıp, dişlerini korkudan en az bir saat sıkmıştı?
Ah...onlar için en korkunç şey şu abuk subuk korku hikayeleriydi. Ne var ki ben büyüktüm, aynı yaşta olsam bile büyüktüm ve o aptalca hikayelere kanmıyordum.
Öğretmenim korkmadığım için beni tebrik ediyordu, düşününce yüzümü buruşturuyordum. Sahi bu tebrik edilecek bir şey miydi?Bunu düşünmem bir hafta sürdü, ki zaten anlayamadan okuldan atıldım.
Diğer çocuklar aynı okulda yıllarca dururken, ben yılda üç okul değişiyordum.
Kabul ediyorum.
Hiçbir zaman o diğer çocuklar gibi mutlu bir çocukluk yaşamadım. Kimseye sorunlarımı anlatamadım, annem beni sekiz yaşında bıraktığı günün sabahı zaten babamın gideceğini çoktan kabullenmiştim.
Onu düşünebilecek, babamın benle kalmayacağını anlayacak kadar olgundum. O çocukların aksine.İlk panik atağım evimizin çatı katında, babaannemden saklanırken oldu. Annemin gittiği günün sabahı çatıya saklanmış, görünmemeye çalışıyordum. Kimseyi istemiyordum. Biri beni görsün, dokunsun, sevsin istemiyordum.
Temas halinde olmak mide bulandırıcı gelmeye başlamıştı.
Bana son dokunan ten, annemin teni olsun, benim üzerimi örten son kişi o olsun istiyordum.
Fakat babaannem beni bir şekilde buldu, bir şekilde diyorum çünkü orayı akıl etmek baya zordu. Hele aynı gün içerisinde oğlunu ve gelini kaybeden bir kadın için.
Beni gördüğü an anlamsızca hızlı nefes almaya başladım, bana sarıldığında dur diyemiyordum. Dilim işlevini yitirmiş gibi hareket etmiyordu.
Ve ben ilk krizimi babaannemin kollarında çatı katının ürpertici sessizliğinde geçirdim.