5- "seni seviyor"
Sehun,
(Dört ay önce.)
"Hyung mu?" diyor bana dönerek. Koyu kahve saçları kaşlarını örtmüş. Üzerinde onun güzelliğine güzellik katacak turuncu, beyaz çizgili bir tişört var. Altında ise kot, bacaklarını saran bir pantolon. Gülüşü ise bir güneşten daha parlak.
"Ne var?" diye inatlaşıyorum yine, "Hyung değil misin? Aramızda..." parmaklarımla sayıyorum, "Aramızda dört ay var." diyorum. Yüzünü buruşturuyor, bunu sık sık yapar, alışkanlığı.
"Demen hoş olmadı..."diyor sadece. Beni üzmek istemediğinden kızmıyor, belli. Sahiden rahatsız oluyor diye düşünüyorum. Rahatsız oluyorsa, söylememem lazım. Bunu aklıma not ediyorum. Elindeki kahvelerden birisini ellerime alıyorum. Sıcacık, ellerimi ısıtıyor. Ellerimi kahve kupasının etrafına değdirip duruyorum, beni gözetleyen gözleri kısılıyor.
"Üşüdün mü?" diyor hala ellerime bakarken.
Benim evimde ki terasta oturuyoruz, hafiften soğuk rüzgarlar esiyor ve üzerimizde bacaklarımızı bilE kapamaya yetmeyecek uzunlukta bir örtü var. Ve bu tabii ki uzun bacaklarımız yüzünden değil(!) Başımı sallıyorum, kahveyi ellerimin arasından çekip, yanındaki tepsiye koyuyor. Ellerimi ellerinin arasına alıyor. Elleri kahveden bile daha sıcak, fakat titriyor. Ellerimiz birbirine uyumlu, benim süt beyazı ellerim onun esmer tenine kahveye kremanın yakışması gibi yakışıyor. Bir süre sadece ellerimize bakıp gülüyorum. O ise gülemeyecek kadar mayışmış. Neden titriyor ki? Biz yıllardır beraberiz, o benim en yakın arkadaşım. Benden utanmamalı diye düşünüyorum. Elleri o kadar titriyor ki, bir süre sonra ben onun ellerini ellerimin arasına almak zorunda kalıyorum. "Sakin ol, tansiyonun mu düştü acaba?" diyorum. Fakat bu aksine daha da titretiyor ellerini. Çok tatlı geliyor. Gülüyorum. Şu an aynı bir bebek gibi. Ayıcıktan çok bebeğe benziyor! Neden herkes onu ayıcığa benzetiyor? Kimse ona ayıcık desin de istemiyorum zaten. Sadece ben ona istediğimi diyebilmeliyim. Biz birbirimizin sahip olduğu en iyi arkadaşlarız, özel olmalıyım. Bu nedenle ona hiç ayıcık demiyorum. Ona kuzucuk bile diyorum ama ayicik demiyorum. Herkesleşmek istemiyorum, en azından bir kişi için özel olmak istiyorum.
Elleri titrerken gözleri mayışıyor.
"Jongin, uyuyalım." diyorum bir elimi ellerinden ayırıp, önümüzdeki televizyonu kapatırken. "B-burası soğuk." diyor sadece. Uyumayı istememi reddetmiyor. Fakat saat daha akşam altı. Onun da mı uykusu gelmiş? Gülümsüyorum.
"Ellerimi ısıtacağına vücudumu ısıt! Ama...omuzlarımın genişliğini unutmuşum. Nasıl ısıtacaksın ki? Tüh..." diyorum fakat o üzerime atlıyor. Cidden atlıyor. Kahkahamı engelleyemiyorum. "Isıtırım."diyor sadece. Bana böylece bir kediyi anımsatıyor. Arkamızdaki yastıklara başımı koyuyorum, beni taklit ediyor. "Senin de mi uykun geldi?" diyorum. Başını sallıyor. "Cevap ver." diyorum. O konuşmadan onun yalan söyleyip, söylemediğini anlayamıyorum. "Geldi." diyor. Yalan söylüyor, boynuma bakıyor çünkü. Doğruyu söyleseydi gözlerime bakardı. "Yalancı." diyerek yüzümü asıyorum. Abartı bir tepki vererek, "Cidden geldi!" diyor. Bu haline gülüyorum. İnanıyormuş gibi yapıyorum. Kolumu iki kolunun arasına alıyor.
"Kolum üşümüyor ki..."diyorum. Ne zaman böyle konuşsam hoşuna gidiyor, tanıyorum.
"Neren üşüyor?" diyor bir pamuktan daha yumuşak olan sesi.
"Ellerim." diyorum ve ellerimi göstermek için havaya kaldırıyorum. Gözlerini gökyüzüne dikiyor, nasıl ısıtması gerektiğini düşünüyor olmalı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight | sekai
Fanfiction"Mutlu olamasak bile, uzun...uzun yıllar birlikte olalım."