12- "bana susarak bir yol uzatıyorsun"
Hiç içime sinmese de... İyi okumalar.
Uyandığımda, sırtımdaki boşluğu hissettim. Sırtımda olması gereken kalbin atışı yok olmuştu, yerini kimsesizliğimin kolları almıştı. Acı olsa da Sehun'un benimle uyumadığını, salondaki koltukta uyuduğunu idrak edebilmiştim. Bunu fark ettiğimde oda bir anda sanki onunla hiç uyumadığım, hiç bir araya gelmediğim bir yer gibi gözüktü. Çok soğuk, iticiydi. Oda, midemi bulandırmaya başladı. Sanki beni burada hiç sarılmamıştık, sanki hiç öpmemişti kulağımın arkasını, sanki hiç konuşmamıştı benimle. Artık konuşmuyordu gerçi de... Bana bir şey demiyordu, benimle olduğunu da söylemiyordu ama olmadığını da söylemiyordu. Bana susarak bir yol uzatıyordu, kalbimin o yolda nasıl olacağı ikimiz için de önemli değildi. Bana sadece yürüyebileceğim yollar uzatıyordu, çakıllı olsa da, engebeli olsa da uzatıyordu fakat ben artık elimi de ayağımı da oynatacak gücü bulamıyordum kendimde. Artık bulamıyordum, nefes almak istiyordum artık.
Belki de Yixing dediklerinde haklıydı, uzaklaşmalıydım... Pes etmek istemiyordum ama kalbim de ilk defa bunun daha iyi olduğunu söylüyordu. Yorulmuştum artık dik duvara tırmanmaya çalışmaktan. Daha geceleyin parmak uçlarımı öpen dudakları neredeydi şimdi? Neredeydi dudaklarının sıcaklığı? Göğsünün içinde çıkmak için çırpındığını hissettiğim kalbi, neredeydi? Aslında hiç var olmuşlar mıydı ki? Belki de o zaman da hayal görüyordum...
Ayaklarımı zorla da olsa yataktan aşağıya sarkıttım, kalkıp toparlanmam ve verdiğim karara uymam gerekiyordu. Çıplak ayaklarım parkeye değdiğinde içime dolan soğuk, yüzümü buruşturmama sebep oldu. İçeriden kahvaltı hazırlandığını duyuyordum, bense odadaki banyoya girip yüzümü soğuk suyla yıkadım. Gözlerim her zamankine kıyasla şişmemişti. Normalde hep şiş olurlardı çünkü sebebi Sehun'u düşünmekten uyuyamamdı. Fakat bu gece onu düşünmemiş, hissetmiştim. Bundandır gözlerimin normal olması, dudaklarım da şişmemişti ayrıca.
Ellerim gözlerimin kenarlarında gezerken hafiften tebessüm oturttum yüzüme, gülmeyi ben de hak ediyordum. Bu nedenle daha fazla uğraşmam gerekecekti. Fakat ne kadar bunu düşünsem de onu unutmayı düşünürken bile kalbime saplanan acının tarif edilir yanı yoktu. Öylesine yoktum ki artık, bırakın gülme hayallerini kurmayı, gülmek fiilini unutmam gerekirdi. Ben nasıl yaşayacaktım şimdi? O zaten yoktu, zaten yoktu da kalbimde de olmazsa nasıl yapacaktım şimdi?
Okula geç kalacağım korkusuyla hızlıca üstümü giyinip salona gittim. Babaannemin hazırladığı kahvaltı sofrasına baktığımda bir tabağın, onun oturacağı taraftaki bir tabağın olmadığını gördüm. Anlamak için etrafıma baktığım esnada babaannem Sehun'un çıktığını söyledi.
Ne hissetmem ve ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum, beklemiyordu. Aynı yere yürüyecektik ama buna rağmen beklememişti. Ayaklarımı yere sürtüp, kapıya ilerlerken babaannem durup, kahvaltı yapmamı söyledi ama kahvaltı yapacak halde değildim. Denesem de hepsini geri kusacağımı biliyordum çünkü bünyem zorla yemek yedirilmeyi kaldırmıyordu. Kapının eşiğindeki dolaptan ilaçlarımı alıp, yola çıktım. Sırtımdaki çanta bile bir anda dünyaların yükü gibi ağır gelmeye başlamıştı, ondan mıydı adımlarımın daha da yavaşlaması? Ondan mıydı kalp atışımın uyuşuk bir ritim tutması? Kendimden tiksindim, rüzgarlı havada. Rüzgar, bu yüklerimi savurup, bana yardımcı olsaydı ya? Neden yerinde sayıp duruyordu bu dünyalar, neden tüm trenler beni istasyon bellemişti de bende duruyorlardı? Neden yolcuları uğurlayan tüm bedenler omuzlarımdaydı da onların gözlerinden damlayan bulutlar bana tonlar olarak geri dönüyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight | sekai
Fanfiction"Mutlu olamasak bile, uzun...uzun yıllar birlikte olalım."