15- "ay ışığı"

836 79 32
                                    

15- "ay ışığı"

Geçmiş zaman,

"Sonunda," diyor sık nefeslerinin elverdiği yükseklikle. "Sonunda buldum seni."

Cam açık, kapı aralık... bu nedenle cereyanda kalan saçlarını rüzgar hafiften seviyor. Gün kapanmış, etraf karanlık... eşyalar ayırt edilemez halde. Bu durum Sehun'un en sevmediği durum, karanlık ve benim ayırt edilemediğim an. Sehun karanlığı sevmiyor, Sehun karanlıktan korkuyor ve Sehun ne yazık ki beni de sevmiyor.

Hafifçe gözümü kısıyorum önümde duran kırık bisikletin parçalarına bakarken, hiç ayırt edilemiyor sahiden de. Çatının yakın tavanı, boğucu bir hava katıyor ortama. Işık olsaydı eminim ki etrafta uçuşan toz tanecikleri kendini belli ederdi, ama diyorum ya; hiçbir şey ayırt edilmiyor. Bir kişi hariç, heryer karanlığa bürünmüş, Sehun ise buna rağmen ayırt edilebilinir halde. Şaşırmıyorum...

Koyu kahverengi saçları, alnının tamamını kapıyor, Sehun her saç rengini deniyor ama siyah hiçbirinin yerini tutmuyor. Bir keresinde kızıl yapmıştı, hatırlayınca gülümsüyorum çünkü kırmızı saçını yaptıktan sonra tüm yatak kırmızı boya olmuştu. Her yıkanmasında sızlanıyordu, "Jongin, çok akıyor bu. Param akıyormuş gibi hissediyorum."

Ben ise gülerdim, şimdi terli saçlarını hafifçe elleriyle havalandırırken burnuma nane kokusunu ulaşıyor. Saçlarını naneli şampuanla yıkıyor, saç dipleri yanıyormuş ne zaman onunla yıkasa ama en ucuzu oymuş ve babası başka bir şampuan almıyormuş.

"Ben zaten buradaydım," diyorum. Ben hep buradaydım, sen gördün mü ki?

"Ne?" diyor. Kaşları havalanıyor, bir kaşı yay şeklini alırken diğeri düzlüğünden ödün vermiyor. "Ne demek buradaydım?"

Hafifçe aralanan pembe dudaklarına bakmamayı diliyorum, yeni ıslattığı belli olan pembe, aralık pembe dudaklar... En büyük günahım.

"Ben geldim, sen yoktun. Nasıl olur da görmedim ya..." diyor. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibi. Başını anlamadığını belli edercesine sallıyor bir yandan da.

"Sehun," diyorum. Bana bakıyor, hafifçe yanıma adımlıyor, bana yürüdüğü her anı seviyorum. Adımlarını bana yönelttiği her an içimi kamaştıran o hissi nasıl tarif ederim, bilmiyorum. "Sehun."

Ayağının altında gıcırdayan parkenin sesi onun yanıma geliyor olduğunun diğer bir kanıtı. Algılarım yeni açılmış, sadece olası şeylerden anlıyorum yaşanan şeyleri. Yaklaşan kokusundan, hareketlenen parkeden, bir anda aydınlanan odadan. Güneşin odaya doğması, yanaklarıma pompalamanan kan, gözlerimi kamaştırmama sebep olan o görüntüsü...

"Söyle, Jongin... Söyle çok mu üzüldün?" Sinirli bir şekilde yanıma geliyor, okulda ne zaman onun olmadığı anlarda panik atak geçirsem onu bu halde buluyorum, sinirli. Söyle çok mu üzdüler seni diyor, üzülmedim ki. Sen bunu dediğinde hepsi uçtu... gitti.

"Çok üzdüler." diyorum sadece, çok üzdüler çünkü.

"Ne kadar?" diyor dişlerini sıkarak. Kollarımı açıyorum kocaman, uzaklaştırıyorum olabildiğince birbirinden. "Bu kadar işte, gösteremem ki."

Tam dudaklarını aralayıp bir şey diyecek oluyor, ben öne atılıyorum.

"Deli dediler. Alıştım ama vücudum tepki vermeyi durduramıyor, öğretemedim bir türlü. Ağlayacağım ya." diye sızlanıyorum, bu onu güldürüyor, fakat bu buruk bir gülüş, ama sonuç olarak gülüyor. Bir zamanlar Sehun dediğim en saçma şeye bile gülerdi, bir zamanlar Sehun benimleydi çünkü. "Keşke derste olmasaymışım o an, döveceğim hepsini yarın."

moonlight | sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin