Dediklerimin ardından birkaç saniyelik sessizlik oldu. Kesinlikle bu gece ölecektim. Ya Eloisa öldürecekti, ya da kalp krizinden gidecektim.
Gözyaşının birini daha elinin tersiyle sildi.
''Seni küçük şeytan.'' dedi bana iğrenircesine bakarak. O kadar kısık sesle söylemişti ki bunu, anlamam için tekrar düşünmem gerekmişti. Bağırıp çağırmasını, hatta boğazıma çökmesini bekliyordum ama sadece iki cümleyle canımı fazlasıyla acıtmıştı.
''Bak, Chace ile aramda hiçbir şey yok. Sadece dostuz biz.'' Yutkundum. Ne diyebilirdim ki başka? Kıskanman için arkandan iş çevirdik, mi diyecektim? Beni öldürmeyecekse de öldürürdü. Chace de barıştıklarını ancak rüyasında görürdü.
Konuşmuyorduk. O bana bakıyor, ben ona bakıyordum. Suratı ifadesizdi. Bense stresten dudaklarımın yarısından çoğunu yemiştim.
''Bana açıklayacak mısın, yoksa sonsuza kadar böyle mi bekleyelim?'' dedi en sonunda. Ah, tabi. Bir yalan uydurmalıydım, ama aklıma hiç bir şey gelmiyordu.
''Sadece dansa gitmek istediğini ama birisini bulamadığını söyledi.'' deyip omuz silktim.
Kaşlarını hafifçe çatarak bana baktı. Kesinlikle inanmamıştı. Kahretsin, inanması gerekiyordu!
Gözlerini kısarak bana bakmayı sürdürdü. Bende bir yalan söyleme belirtisi olup olmadığını arıyordu, buna adım gibi emindim. Normal gibi görünmeye çalışıyordum, yalan söylediğimi anlarsa bana çin işkencesi yapabilirdi. Tırsarak yerdeki kırılmış ayna parçalarına baktım. Kendimi onlarla savunabilirdim. Ya da kaçmak da etkili bir çözüm olabilirdi. Birinci kattaydık ve pencere açıktı. Belki de abajuru kafasına vurabilir-
Bacaklarımın yatağın kenarına çarpmasıyla, istemsizce geri geri gittiğimi anladım. Tamam, kesinlikle yalan söylediğimi anladı. Kesinlikle.
Yüzünde sinirli bir ifade olmasını bekliyordum ama sadece gülümsedi. İnanmış mıydı? Evet! Kendimi çok seviyorum. Hatta şu an kendime sarılıp kolumu filan öpebilirim.
''Eloisa, sana yardım edebilirim, yani sizi barıştırabilirim.''
Ufacık gülümsemesinin yerini bir anda şaşkınlık aldı.
''Ciddi misin? Ama nasıl?'' dedi heyecanla. Gözlerinde çocuksu bir heyecan vardı. Ben iyilik meleği filan mıydım? İnsanları barıştırmaktan nefret ederdim normalde, ama bu ikisinin barışmasını nedense istiyordum. Sanki birbirlerine ait gibiydiler, birbirlerini tamamlamazsa başıma bela açıyorlar ayrıca.
''Onu bana bırak. Ama telefonunu almam gerekiyor.'' deyip göz kırptım. ''Sen şu yerdeki cam kırıklarını toplayana kadar Chace burada olur, emin ol.''
Elimle banyoyu gösterince hayattan soğuduğunu, devrilen gözlerinden anladım. Herhalde ki o toplayacak. Ben mi toplayacağım? Hem gece üstüne basarım, bir şeyler olur, en iyisi şimdi toplaması, değil mi?
O kırık camlarla uğraşmaya başlayınca ben de masanın üzerinden telefonunu aldım ve rahat mı rahat spor ayakkabılarımı giyip odadan çıktım. Telefondan Chace'in numarasını alıp kendi telefonumdan tuşladım. Çalıyordu.
Hadi Chace, aç şunu, hadi ama...
Birden kulaklarıma gelen yoğun ses dalgasıyla telefonu uzaklaştırdım. Bas sesi kulağımı kör etmişti resmen.
''Chace, benim, Alyson.'' dedim duymasını umarak.
''Hamilton mı? O da kim?'' diye bağırdı. O sesin içinde beni duymaması ancak penguenlerin uçması kadar anormaldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Üniversite (Finalsiz Bırakıldı)
RandomHayatım bu yere gelene kadar sadece danstan ve müzikten ibaretti. Ama insanların "iyi bir gelecek" dedikleri kavramı gerçekleştirmek için tüm hayatını elimin tersiyle bir kenara itmek zorunda kaldım. İstedim mi? Hayır. Zorunda bırakıldım. California...