Okulu bitirdim, tatile girdim, Ramazan'ı geçirdim, dinlendim, tatil yaptım ve sonunda kürkçü dükkanına geri dönüş yaptım. Kabul var mı? :)
Aynı tempoyla devam :)
YORUMLAMAYI/OYLAMAYI/HİKAYEYİ ÖNERMEYİ/BENİ TAKİP ETMEYİ UNUTMAYINIZ :)
"Özür dilerim."
"Önemli değil. Sen devam et. Öyle ya da böyle yapılacak. Ne diyorduk. Aşağıda dediklerin... O yüzden üzgündün değil mi geçen gece?"
Başımı salladım. O an ona her şeyi, tüm olanları, tüm hislerimi anlatmak için o kadar hazırdım ki. Ağzımı açtığım an hepsi dökülecekti fakat kapı açıldı ve her şey başka bir zaman dökülmek üzere rafa kaldırıldı.
Gelenin Mert olması tuhaf ve sinir bozucuydu. Onun da yüz ifadesinden oldukça anlaşılıyordu ki, tahmin edin, burada olmaktan ve özellikle gördüklerinden hiç memnun değildi. Ben de değildim. Can'da değildi. Bu konuda duygularımız bir frekanstaydı.
"Müdür Can'ı çağırıyor" dedi duygusuzca. Yalnızca bana bakıyordu. "Acil gidecekmiş."
Can oturduğu sandalyeden kalkarken Mert'e kinden kırmızıya dönüşmüş, gözlerle bakıyordu. Bedeni hızla hareket ederken gözlerini bir an bile olsun ondan ayırmaması biraz da onun üzerinde hâkimiyet kurma çabasından kaynaklanıyordu. Ortam bir anda iki erkeğin diğerini ekarte ederek bireysel olarak var olma savaşına dönüşmüştü. Bu girişimi hem aptalca hem normal karşılasam da zaman bunun için yetersizdi. Can'ın hızlı hareketleri de bunu destekler nitelikteydi. Okul müdürüyle olan son dakika buluşmasını gerçekleştirmek için kapıya yönelirken ani bir hareketle elimi kavrayıp beni de kapıya doğru sürükledi. Anlaşılan beraber gidiyorduk. Mükemmeldi.
"Bu herifle yalnız kalmıyorsun." dedi Can. Sesi katıydı. Aksi bir söylemi asla ama asla kabul etmeyecekti. Zorlamamanın bir anlamı yoktu. Zaten Mert ile bir odada yalnız kalıp onun canımı sıkmasına izin verecekte değildim. Bir nevi bu Can ile benim için karşılıklı kazanıştı.
"Gerçekten bu kadar mıydı yani." dedi Mert. Acındırası laflar, dokunaklı tiradlar kapıdaydı. Aklımız varken hızla gerçek mecaza dönüşmeden asıl kapıdan dışarı atmalıydık kendimizi. "Ece. Ece biz birbirimize aşıktık. Bir anda... Nasıl anlamıyorum."
"Vefasızım demek ki." Dedim. "Çabuk unutuyorum. Belki de şıpsevdiyim."
"Fazla dürüstsün" dedi Mert. Sanki söylediklerim ağzında kötü bir tat bırakmışçasına yüzünü buruşturdu. "Değiştin."
"Ve senin de diğerlerinden farkın yok. Hoşuna gitmeyen bir şey gördüğünde insanları değişmekle suçluyorsun. Herkes gibi."
"Bu kadar çabuk silip atmış olamazsın Ece. İmkânsız. Üç senemizi birlikte geçirdik biz. Koskoca üç sene"
"Evet, koskoca üç sene. Tabii ki üç senenin izi hemencecik yok olacak değil. Yok, olmadı da eğer çok merak ediyorsan. Sadece öyle şeyler yaptın ki Mert... Ben o üç senenin içinde geçen iyi kötü anılardan çok o üç sene heba edilen yıllar mıydı düşünür oldum. Bu seninle yaptığım son konuşmaydı. Umarım anlayışla karşılarsın çünkü yaptıklarından sonra... Asıl senin değiştiğin, dönüştüğün kişiyle bir daha konuşmak istemiyorum. Benim için iyi değilsin."
"Ve bunların hepsini Can'ın elini tutarken söyledin." Mert belli belirsiz bir gülümseme ile başını salladı. "Bu son konuşmamız değil Ece. Sana yeterince müddet tanıdım ve yalnız bıraktım ama görüyorum ki doğru bir karar vermemişim. Senin için iyi olup olmadığım konusuna gelince... Dünyanın en ak insanı olmadığımı biliyorum lakin elini tuttuğun adamın benden beş, on ton daha kara olduğuna kalıbımı basarım. Bu da benim için bugünlük son konuşmamızdı."