Leon sabaha doğru Hilal'in uyurkenki görüntüsüne bakarken gülümsedi, o elim hadisenin üzerinden bir hafta kadar geçmiş, Leon'un tepkileri hep Hilal'e göre şekil almıştı. Kız ne zaman sakladığı şeyi açacak gibi oldu, o zaman Leon başka hiçbir şey önemli değilmiş gibi davranıp kızın dilinin çözülmesi için uğraştı. Ne zaman Hilal her şey mükemmelmiş gibi davrandı, kızın o neşeli tavırları Leon'a da yansıdı. İçten içe biliyordu Leon, bir gün söyleyecekti Hilal her şeyi tek tek. Yine eskiden olduğu gibi her şeyi bir tek Leon'a anlatacaktı Hilal, inanıyordu. Sadece biraz zaman geçmeliydi, zaman geçmeliydi ki kızı sıkan, boğan şeyler etkisini biraz olsun azaltsın.
Leon'un bakışları kızın yüzüne değerken aklına ansızın bir anısı geldi Leon'un. Hilal'e belki anlatmaktan çekindiği, aklına geldiğinde oralara şüphe tohumu düşüren bir anıydı bu. Zira o zamanlar Hilal'e olan aşkının tek taraflı kalacağına inanan bir Leon vardı.
Leon, askeri eğitim aldığı o soğuk binadan, o sırtına batan yatakların bulunduğu yurttan izne çıktığı gibi nefes alacağı tek yere gelmişti. Önceden olsa, lise yıllarındaki gibi annesinin yanına koşar, onun şefkatli kollarına sığınırdı ama durum şimdi öyle değildi. Tek nefes almak istediği yer Hilal'in yanıydı. Hilal'e olan özlemi artık bütün vücuduna nüfuz etmiş, onu bastırmamın mümkün tarafı yoktu. Bir valize dahi ihtiyacı yoktu, üstüne giyecek bir şeyler de bulunurdu kolaylıkla. Ama kendisini hala seven bir Hilal bulabilir miydi bilmiyordu Leon. Onun yaşadığı şeyleri uzaktan takip edebiliyor, belki birkaç satırla yanında olmak istiyorduysa da yapamıyordu. Ona yazdığı mektuplara bir cevap alabilseydi umut ederdi, peki cevap alamadığı bu kıza ne için koşuyordu Leon? İzmir'e gittiğinde, orada kendisini seven Hilal'le değil de, bambaşka bir kızla karşılaşsa ne yapardı?
Evlenmiş olabilir miydi Hilal? İçi sızladı bu düşünceyle. Kendisinden başkasının Hilal'e dokunuşu canlanınca gözünde, hemen kafasını iki yana sallayıp kurtulmaya çalıştı bu ve benzeri düşüncelerden.
Eli cebine gitti, biriktirdiği paraların hepsine eliyle dokundu şöyle. Karşısında yolcuların binmesini bekleyen bu gemiye binip gidebilirdi, hatta orada kendisine kalacak bir yer bile bulabilirdi. Bunu düşünerek satmamış mıydı annesinden gizli kadının kolyesini? Hiç de vicdan azabı çekmiyordu yaptığından ötürü, zira onlara karşı garip bir nefret besliyordu içinde. Annesinin ne suçu vardı bu yaşadıkları ayrılıkta ya da onları denizin iki kıyısına sürükleyen bu savaşta?
Sonra üzerindeki üniformaya kaydı gözleri Leon'un. Amma güzel hayaller kurup kendisini idare etmişti Leon, sanki Hilal kendisini bu üniformayla kabul edecekmiş gibi. Kızın gölgesi üzerinden çekildiğinden beri eli silah tutmuştu Leon'un, hatta o silahı tutmayı, bir vuruşta nasıl karşısındaki insanı öldüreceğini öğrenmişti bile. Karşısındaki insanın geçmişini bilmeden, sadece fikirleri, belki tarafları uymuyor diye onu öldürmeyi biliyordu artık Leon. Bir kukladan ne farkı vardı, vuruyor ve karşısındaki her kimse, geleceği olan bir varlığın sonunu getiriyordu. Bunu yapacak kadar kudretli miydi ki Leon?
Onu geçti, böyle bir adamı kabul edecek kadar geniş miydi Hilal'in gönlü?
Bu eğitime tâbi tutulduğundan beri Leon'un Yorgo dışında irtibatta kaldığı bir arkadaşı dahi kalmamıştı. Bir Yorgo bir de Hilal'in hayali vardı Leon'u dik tutan. Laubali tavırlarını hafife aldığı Fedor bile kendisinden daha dik durmuştu sevdası karşısında. Onun Zarife'nin peşinden gidip, kendisine küçümser gözlerle baktığı günü unutmamıştı Leon. Bir de ne demişti giderken, ''Hırsınızda boğulacaksınız!''. Ne kadar haklıymış meğer hafife aldığı Fedor, kendi hırsı değilse de babasının hırsı boğmuştu işte Leon'u.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahuzar
FanfictionSelanik'te yolları kesişen mesut iki gençten; Harbin getirdiği yazgıyla kedere bürünen iki yüreğe. ''Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.''