Hilal elindeki kahveyi dökmeden merdivenlerden çıktıktan sonra, General Vasili'nin kapısının önünde nefesinin düzene girmesi için biraz bekledi. Olabildiğince karşı karşıya kalmamaya çalıştığı kişiye bilerek ve isteyerek kahve götürüyor oluşu Hilal'i hem sinirlendiriyor, hem de oldukça geriyordu. Mecbur kaldığı şeyler kızı o kadar boğuyordu ki bazen sadece odasına kapanıp, yatağında yatmak istiyordu. Kimse girmesin istiyordu odaya, Leon bile.
Tekrar derin bir nefes alıp, yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdikten sonra kapıyı tıklatıp, girmek için izni bekledi. Nihayet adamın sesi kulaklarına ulaşıp, girin komutunu aldıktan sonra Hilal yalvardı Allah'a. Ne olur, dedi. Ne olur kazasız belasız şu saçmalığı da başımdan atayım.
''Rahatsız ediyorum ama size kahve getirdim.'' diyerek, başı önde içeri girdi Hilal. Vasili bu sırada önündeki kâğıtlardan gözünü anlık da olsa gelinine çevirmiş, bu hareketin arkasında ne var diye düşünmeden edememişti. Zira işgal etmiş oldukları toprakların bağrından gelen bu kız, ne olduysa şimdi kendisini düşünüp ona kahve getirmişti. Sadece arada oğlu olduğu için ve belki biraz olsun dünyaya barışçıl gözüksünler diye katlandığı gelini Hilal'e güvenemiyordu. Kızla aralarındaki soğukluğun nedenini gayet iyi biliyorduysa da kızın gözlerindeki o garip bakışlar adamın tüylerini diken diken ediyordu. Sanki kız tehlikeli olduğunu ilan eder gibiydi o bakışlarla. Lakin bunu ne zaman Leon ile konuşmaya kalksa, şiddetle karşı çıkışa maruz kaldığından kızın bu tedirgin ve tabiri caizse gizemli hallerini şimdilik sadece izliyordu. Oldukça az karşılaştıklarından, ki bunun kızın talepleriyle olduğunun da farkındaydı, şimdi ayağına kadar gelmiş olan kızı deneyecekti. İşgal hakkında üzerine gidecekti. Böylece şüphelerinden, hele ki bazı malumatların Türk ordusuna sızdırılmıştı, emin olacaktı.
''Ne kadar düşüncelisiniz Hilal.'' Kız masaya fincanı bırakırken adamın önündeki kâğıtlara bakışı değdi. Tersten ne yazdığını okuyamazdı ki! ''Bana da nasip oldu sevgili gelinimin elinden kahve içmek, ha?'' deyip fincanı dudağına götürdü Vasili. Hilal o samimiyetsiz gülüşüyle, gözlerinde o gülüşe karşılık nefretle baktı adama. ''Afiyet olsun.'' dedi, sesi oldukça masum çıkıyorduysa da aklındakilere mani olamıyordu. Keşke zehir katsaydım içine, diyordu kendi kendine. Bir de kahvenin köpüklü olması için uğraşmıştı o kadar, sanki tükürse tadı değişecekti!
''Otur lütfen, ayakta kaldın.'' deyip masanın önündeki sandalyeyi gösterdi Vasili kıza. Hilal'in de amacı aynen buydu, daha fazla bu odada kalabilmekse niyeti, adamın bu güzel ricasını kıramazdı. Bu sefer, amaçlarına ulaşacağından ötürü gerçek bir gülümseme sardı yüzünü. Adamın işaret ettiği sandalyeye oturdu Hilal, tepsiyi de önündeki masaya bıraktı nazikçe.
''Umarım tadı damağınıza layıktır. Oldukça uğraştım sizin beğenmeniz için.'' Vasili kahveden bir yudum daha aldı, sonra dudaklarını birbirine bastırıp kıza şöyle bir gülümsedi.
''Senin elin değmiş, belli. Alıştırırsan hep isterim Hilal, bilmiş ol.'' Hilal'in neredeyse bu sözler karşısında içi ısınacaktı. Ne münasebet, diye geçirdi içinden.
''Hâlbuki elimden hiçbir şey tatmadınız, neden ' belli' dediğinize merak ettim doğrusu.'' dedi Hilal, Vasili kızın buraya takılacağını bildiğinden gülüşü iyice yayıldı suratına.
''Oğlumdaki tesirinden ötürü dedim Hilal. Zira sadece sen söz konusu olduğunda, zırhını kuşanıyor.'' Hilal'in tek kaşı istemsizce kalktı bu cümleyle. Elbet biliyordu Leon ile aralarında kendisi hakkında konuşacaklarını ama ne konuştuklarını da o kadar kestiremiyordu.
''Böylesi bir duruma mutlu olmam ve gurur duymam gerekir, değil mi?'' Vasili başını ağır ağır salladı, fincanı masaya bırakırken.
''Öyle tabi, öyle.'' diyerek de onayladı kızı tekrar. ''Duyduğuma göre aileni çok özlemişsin Hilal, yoksa seni yeterince iyi ağırlayamadık mı?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahuzar
FanfictionSelanik'te yolları kesişen mesut iki gençten; Harbin getirdiği yazgıyla kedere bürünen iki yüreğe. ''Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.''